İstanbul’dan İran’ın doğu sınırlarına, Pakistan’da Karakom yolu, Hindistan’da bitmek bilmeyen dağ yolları ve sonunda Nepal. Çağlar Erkenci ve Africa Twin’i ile 20.000 km’lik bir Motoroman’a hazır mısınız?
Nedir bu İstanbul-Katmandu tutkusu diye sorduğunuzu duyabiliyorum sanki, hemen anlatayım. Rotanın günümüzdeki popülerliği 68 kuşağı veya hippiler diye de bilinen büyüklerimize dayanıyor. Genelde doğuya yapılan yolculukların başlangıç noktası İstanbul olarak kabul ediliyordu, İran ve Pakistan yolu izlenerek Hindistan’da Goa’ya veya kuzeyde Nepal’in başkenti Katmandu’ya gidiliyordu. 2001 yılında Lonely Planet yayın evinin yayınladığı “Istanbul To Kathmandu” rehber kitabıyla artık bu rota klasikleşmiş oldu. Günümüzde ise bu rota, doğa koşullarının yanısıra geçilecek ülkelerin siyasi durumları ve belirsizlikleri ile de komplike bir hal almış durumda. Aslında rotanın temelinde bozuk yollar, zorlu ve yüksek geçitler, farklı kültürler ve sonunda ise “Dünya’nın Çatısı” diye de tabir edilen Himalaya’lar var diyebiliriz.
2013 yılı yaklaşırken yıllardır dilimden düşmeyen motosikletle Nepal’e gitme hayalimi gerçekleştirmek için bir karar aldım, artık gidiyorum! Önümde yaklaşık 8 aylık bir süre ve yapacak epey işim vardı. Rota araştırmaları, gerekli kişilerle bağlantıya geçmek, evrak işleri, motosikletin hazırlanması, web sitesi, hesap, kitap ve daha bir dolu şey. Öncelikle yurtdışındaki forumlardan bu yolu yapmış kişilerin yorumlarını okudum, aynı şekilde ülkemizden de Nepal’e kadar gitmiş birkaç kişinin yazıları bana epey yardımcı oldu. Pakistan rotanın kilit noktası gibiydi, herkes oradan bahsedip duruyordu, saldırılar, kaçırılmalar, bombalanan otobüsler… hikayeler uzadıkça uzuyordu, üzücü ve düşündürücü olaylardı bunların hepsi. Her sabah uyandığımda Pakistan haber portallarını kontrol etmeye başlamıştım, oralarda olup bitenleri kendi ülkemdekilerden daha fazla bilir olmuştum. Bu süre zarfında geçmeyi planladığım rota kafamda yavaş yavaş belirmeye başlamıştı.
Ülkemizden Nepal’e karayolu ile gitmek için 2 seçeneğimiz var diyebiliriz, ilki kuzeyden Türki Cumhuriyetler’den geçip Çin’e girerek, ikincisi ise İran, Pakistan ve Hindistan rotasını izleyerek. Çin’e girmek hem maddi açıdan hem de evrak işlerinin karışıklığından ötürü pek tercih edilmiyor, Çin’de kendi aracınızı kullanmak istiyorsanız maalesef bir rehber kiralamak zorundasınız. Bu durumda güney rotasını seçip yol boyunca ne gibi farklılıklar yaratabilirim diye çalışmaya başladım. Planım ülkemizi hızla geçip İran sınırına varmaktı, sınırı geçtikten sonra Hazar kıyılarından Tahran’a ulaşıp Demavend dağının eteklerinden geçip Meşhed’de bir mola vermekti. Sırasıyla İran’ın Türkmenistan, Afganistan ve Pakistan sınır çizgilerini takip edip Pakistan’a giriş yaptıktan sonra hedefim hızlıca Hindistan’a geçip Keşmir bölgesine çıkmaktı. Keşmir’den batıya doğru gidip Nepal’e geçişi ise en batısındaki sınır kapısından yapmayı planlıyordum. Aslında Pakistan’da Karakoram yoluna çıkmayı çok istiyordum, araştırmalarımı da bu yönde yapıyordum fakat 22 Haziran 2013 günü acı bir haber ile şoka girmiştim. Ünlü tırmanışçımız Tunç Fındık Nanga Parbat dağına tırmanmak için bölgede bulunuyordu, ve bir gece dağın anakampını basan teröristler 11 kişiyi kurşuna dizmişlerdi, Tunç ise 6100 Metredeki kampta olduğu için olaydan habersizdi. Neyseki dostumuza hiçbirşey olmamıştı fakat bu bölgede terörist saldırılar pek olmuyordu ve ortalık epey karışmıştı, yakınlarımın bu olaydan sonra ricaları üzerine Karakoram yolunu başka bir bahara bırakma kararı almıştım.
Yolculuğumu piyasaya yeni sürülen Metzeler Karoo 3 ile yapmayı planlıyordum fakat maalesef bu lastik ülkemize bir türlü gelmedi. Ben de biraz yumuşak hamurlu olduğunu bilerek Enduro 3 Sahara modelini tercih ettim, kendini ispatlamış olan bu lastikten fazlasıyla memnundum.
Artık İstanbul’da yaz kendini hissettirmeye başlamıştı, Almanya’da yaşayan arkadaşım sipariş ettiğim yedek parçaları, rehber kitapları ve haritaları bana ulaştırmıştı. Yavaştan motosikletimi yola hazırlama vakti gelmişti, genel bakımın haricinde uzun zamandır ertelediğim bazı tamiratları da aradan çıkartmam gerekiyordu. Böyle bir yolculuğa çıkarken belli riskleri kabul etmiş oluyoruz, yapmamız gereken ise bu riskleri minimuma indirmek. Aracımızda oluşabilecek sorunların dışında sonradan eklenen bir çok aksesuar da başımızı ağrıtabilir. 2003 model Honda Africa Twin’imi 3 yıldır kullanıyordum, bence hem sağlam hem de ekonomik bir seçim, sizi kolay kolay yolda bırakmaz. Yolculuk öncesi genel bakımların haricinde tüm rulmanları değiştirdim, elektrikle ilgili tüm soketleri ve bağlantı noktalarını kontrol edip temizledim, bazı civataları Loctite ile sabitledim, tüm sıvıları değiştirdim, zincir ve dişliler yenilendi, ön amortisör keçeleri ve yağı değişti. Debriyaj, cikle ve gaz tellerini ise zaten bir süre önce yenilemiştim. Akü ise aldığımda üzerindeydi ama üç yıldır hiç sorun çıkartmadı, ben de Yuasa’ya güvenerek değiştirmeden yola çıktım. Aracımı satın aldığımda zaten üzerinde bir çok faydalı aksesuar vardı; yüksek tur camı, çelik fren hortumları, ön far koruma ızgarası, motor koruma demiri ve yan çanta taşıyıcılar gibi. Ben ise bunlara ek olarak motosikletime 25Mm’lik gidon yükseltici monte ettim, Africa Twin’e 25’Mm’den daha yüksek bir gidon yükseltici taktığınız zaman telleri ve belki de ön fren hortumlarını uzatmanız gerekiyor. Elcik ısıtma ise benim için oldukça gerekli bir aksesuar çünkü dağcılık eğitimlerimi alırken parmak uçlarımı iki kez dondurmuştum ve o günden sonra soğuğa karşı pek dayanıklı değiller. Louis’den satın aldığım çift USB çıkışı ise gidona monte ettim, telefon ve GoPro gibi cihazları yolda şarj edebilecektim. Elcik ısıtma ve USB çıkışın fazladan tüketeceği gücü ise biraz olsun kazanmak için gösterge aydınlatmaları, park ve stop ampüllerini LED olanlarla değiştirdim, 5Watt olsun bizim olsun. Gelelim zincir yağına, heralde o zincirle uğraşmayı kimse sevmiyordur, uzun yolda ise rutin olarak zincirle ilgilenmek bence fazlaca vakit kaybı. Otomatik zincir yağlama sistemleri gün geçtikçe popüler hale geliyorlar, ben de yola çıkmadan önce Scottoiler’ın V-System modelini satın aldım ve aracıma monte ettim.
Solumda Ağrı dağı manzarasıyla ilerlerken tabelayı görünce, şu fotoğrafı da çekeyim bari dedim ve durdum. Sınırı geçmeye hazırdım, yolculuk esas şimdi başlıyordu.
Artık sıkıcı evrak işleri ile ilgilenme vakti gelmişti, planım Eylül’ün ilk haftası yola çıkmaktı. Kendi aracımızla karayoluyla Nepal’e doğru gidiyorsak öncelikle “Karne” (Triptik) denilen belgeyi almamız gerekiyor. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun düzenlediği bu belge 15-20Dk gibi kısa bir sürede hazır oluyor. Bir diğer konu ise depozito, kendi aracımızla İran’a gidiyorsak 200USD, Pakistan veya Hindistan’a gidiyor isek 1000USD depozitoyu Turing Kurumu’nun hesabına yatırmamız gerekiyor. Yolculuğumuz sonrasında ülkemize döndüğümüzde eğer karnemiz düzgün işlenmişse bu tutarı geri alabiliyoruz. Triptik ve depozito işini hallettikten sonra Pakistan ve Hindistan vizelerini birer günde hızlıca aldım. Artık çantalarımı yerleştirme vakti gelmişti, Trexes marka alüminyum yan çantalarımı ilk kez kullanacaktım. Arka çantamı ise komple sökmüştüm, yolda arkama 75Lt’lik su geçirmez çantamı bağlamayı planlıyordum. 28 Eylül akşamı dostlarım evimi doldurmuştu, ben çantalarımı hazırlarken arkadaşlarım da yan çantaların üzerine reflektörler ve çıkartmalar yapıştırıyorlardı.
Motosikletimi elimden geldiğince kendim tamir ettiğim için takım çantası benim için hassas bir konuydu. Ne eksik ne fazla, aracın heryerine müdahele edebileceğim bir set oluşturdum ve takımları motosikletin çeşitli yerlerine dağıtarak yerleştirdim.
Sakin bir pazar sabahı sessizce İstanbul’u terk ediyordum, hava serindi, kışlık kıyafetlerimi giymiştim, otobandan doğuya doğru hızla ilerlemeye başlamıştım, Nepal’e gidiyordum. Arkadaki çantaların haricinde depo üstü çantam ve bir adet ön lastik ile pek de ağır değildim, herşey yolundaydı. İstanbul Ankara otobanında güzel tempolu bir sürüşün ardından Gerede ayrımından otobanı terketmiştim ki motosikletim bir anda stop etti, hemen jikleyi çektim ve durmadan motor çalıştı. 15 dakika sonra aynı sorun yine oldu ve bu sefer cikle bir işe yaramadı fakat durmamın ardından 10 saniye sonra motor yine çalıştı. Otobanı terketmeden hemen önce yakıt almıştım, belki bir pislik gelmiştir diyerek yoluma devam ettim fakat bu sorun periyodik olarak 10 dakikada bir tekrarlanmaya başlayınca artık gözler yakıt pompasına çevrilmişti. Osmancık’tan geçerken solda sanayi sitesini gördüm, fakat günlerden pazar olduğu içim tüm sanayi kapı duvardı, yine de sanayiye girdim ve açık bir marangozhane! buldum. Marangoz ne yapabilir diye soracaksınız şimdi ama benim sadece ince 4-5 santimlik bir boruya ihtiyacım vardı, yakıt pompasını devreden çıkartıp depodan gelen hortumu direk karbüratörlere giden ile birleştirmem gerekiyordu. Marangozda öyle bir boru parçası bulamadık elbette, sonra kafamda bir ampül yandı ve bir tükenmez kalem istedim, kalemin içindeki mekanizmasını çıkartıp ortadan kestim ve hortumları birleştirdim. Sorun çözülmüştü! ve böylece sorunun yakıt pompası olduğunu da kesinleştirmiştim, moralim bozulmadı mı diyeceksiniz ben de hayır diyeceğim çünkü pompanın içinde genelde bozulan parçanın yedeği yanımdaydı. Parçayı değiştirmek için bana tek gerekli şey bir havyaydı, sadece ufak bir lehim yapmam gerekiyordu.
İkinci gün Amasya’dan biraz geç çıkmıştım, anayoldan doğuya doğru devam ederek sırasıyla Erzincan, Erzurum ve Ağrı’yı geçerek gece 10 gibi Doğubayazıt’a vardım. Türkiye’deki son gecem olduğu için elbette pek iyi uyuyamadım, hem bilgisayarda birçok işim vardı hem de heyecanlıydım.
Amasyaya yaklaşmıştım ve orada konaklamaya karar verdim, aslında 200km daha gitmeyi planlıyordum ama olmadı. Amasya merak ettiğim bir şehirdi ve bu vesileyle aradan çıkartmış oldum, dik kayaların arasında akan nehir boyunca uzanan bu şehrin enerjisi gerçekten çok güzeldi. Sabah kahvaltımı yapıp hemen çıktım ve bir oto elektrikçisi buldum, yarım saat gibi kısa bir sürede sorunu giderdim ve otele dönüp motoru yükleyip yola çıktım. Saat 12 civarı yola çıkmıştım ve bu biraz geç kaldığım anlamına geliyordu, aslında neye geç kaldım o da ayrı konu ama yine de öğlen yola çıkmak pek hoşuma gitmiyor. Doğubeyazıt’a 860km kadar yolum vardı, yollar komple bölünmüş olduğundan ve kendimi iyi hissettiğimden gece 10:30 gibi Doğubeyazıt’a vardım. Son birkaç saat hava baya soğumuştu ve yeni monte ettiğim elcik ısıtmalarımı da test etmeye fırsat bulmuştum, sonuç gayet başarılıydı. Ülkeden çıkmadan önceki son gecem olduğu için otelde uykuya pek erken dalamadım, gece boyu internette son işlerimi hallettim.
Nepal yolculuğumdan önce plastik yan çantalar kullanıyordum, ayrıca arka çanta da sürekli motosikletimin üzerindeydi. Plastik yan çantaların bağlantı noktalarının güçsüz olması ve tamirlerinin imkansız olması alüminyum yan çantalara geçmemin en büyük nedenleriydi.
Üçüncü günümde artık şu çantalarımın içlerini bir standarta oturtmam lazım diyerek oteli terketmeden biraz malzeme organizasyonu yaptım. İyi ki de yapmışım, artık yan çantalardan birini kaldığım mekana çıkartmama gerek kalmayacak, bu da bana zaman ve enerji olarak geri dönecek. Doğubeyazıt’ın kalabalık merkezinde tüm paralarımı Amerikan Dolar’ına çevirerek artık Gürbulak sınır kapısına doğru yola çıktım ve Ağrı dağı manzarasıyla sınıra vardım. Son telefon görüşmelerimi yapıp kapıdan içeri daldım, heryer tır olduğu için biraz korktum çok sıra bekeleyecekmiyim diye ama farklı bir kapıya yönlendirildim ve orada benden başka kimse yoktu. Polis memuruna pasaportumu uzatırken bileğimde müthiş bir bir acıyla pasaportu havaya fırlattım, memur gözleri faltaşı gibi açılmış şekilde bana bakıyordu ve ben de acı çekiyordum.
Yaklaşık 1700Km’yi asfalt sürüşü yaparak geçmek benim için en sıkıcı şeylerden biriydi, neyse ki yola çıkmış olmanın motivasyonuyla yorulmadan ilerliyordum.
Sol el bileğimi bir arı sokmuştu, yanıma almayı unutuğum tek ilaç ise böcek sokmasına karşı bir kremdi, endişelenmemin nedeni acı değildi ama elim şişerse motosiklet kullanamazdım. Sağlık ocağına doğru yolu yarılamışken acı epey hafiflemişti ve zaten sokan arının da baya küçük olmasından ötürü vazgeçip geri döndüm. Memur çıkışımı yaptı ve biraz ileride Triptik’imi de işlettikten sonra İran’ın kapısına dayanmıştım artık. Hayatımda ilk kez kendi isteğimle yurtdışına çıkıyordum, daha öncekiler iş amaçlıydı ve biri Türkmenistan diğeri de Azerbaycan’dı. İran ise 15 sene önce ilk gideceğim ülke diye kendime söz verdiğim ve 2000 yılında demavend dağına tırmanmaya gitmekten son anda vazgeçtiğim ülkeydi. Yola çıktığımı o kapının önünde tüm bunları düşünürken farkettim diyebilirim. Ve kapı açıldı, hemen solda kulübedeki asker ülkeye girişimi yaptı ve biraz ileride gümrük işlemleri için durdum. Benimle beraber irana giren başka araçlı biri bana oldukça yardımcı oldu, tüm belgeleri o işletti ben dışarıda vakit geçirdim. Bana yapışan! gençten gümrük muayene memurunun da onayıyla 500TL’lik İran Tümen’i aldım, muayene memuru hiçbirşeye bakmadan beni geçirdi, İran’a elimi kolumu sallayarak girdim diyebilirim…
Gelecek sayımızda Motoroman, İran ve Pakistan bölümü ile devam edecek. 2Enduro ekibinin daha önceki yolculuklarını www.2enduro.com ve www.facebook. com/2Enduro ve www.facebook.com/ motoroman.org sayfalarından takip edebilirsiniz.
Yorumlar
Loading…