İstanbul’dan İran’ın doğu sınırlarına, Pakistan’da Karakoram yolu, Hindistan’da bitmek bilmeyen dağ yolları ve sonunda Nepal…Çağlar Erkenci ve Africa Twin’i ile 20.000 km’lik bir Motoroman’a hazır mısınız?
Geçen sayımızda İran’daydık. Bu sayımızda İran’dan çıkıp Pakistan’a giriyoruz ve motosikletimizi efsanevi Karakurum Otoyolu’nun Çin sınırına dayandığı noktaya kadar sürüyoruz. Pakistan’la ilgili yazmaya başlamadan önce, İran’da yakıtın ne kadar ucuz olduğunu, litre fiyatını söylemek yerine, şöyle açıklayayım: Türkiye’de İstanbul’dan İran sınırına kadar 1.580 km yol yapmışım ve yakıt için yaklaşık 400 lira harcamışım. İran’da ise, toplam 3.267 km yol yapmışım ve yakıt için sadece 77 lira harcamışım. Hesabı siz yapın veya yapmayın. İlk fırsat bulduğunuzda komşumuzu ziyarete gidin. İran ve Pakistan arasındaki çizgiyi geçmiştim. İlk izlenimler anlatıldığı gibiydi. Birkaç metre ilerledikten sonra, sağ taraftaki kulübede durdum ve ülkeye giriş işlemleri böylece başlamış oldu. Etraf gerçekten enteresandı. Neden orada durduklarını kesinlikle anlamadığınız bir sürü adam, değişik araçlar, Pakistan güvenlik güçlerinin geleneksel üniformaları, kamyonlar, paketler ve oldukça düzensiz konumlandırılmış birkaç bina… Yazıyı hazırlarken, sınır geçişini anımsamak için, gidonumda takılı kameramın çektiği görüntüleri izledim. Geçiş işlemleri bitene kadar kaydı durdurmamışım ve tüm işlemler toplam 32 dakika sürmüş. İran’ın gösterişli sınır kapısı ile kıyaslandığında oldukça iyi bir süre… Geçiş işlemlerimin bitmesinin ardından, bir polis eşliğinde merkez karakola gittim ve kısa süre içinde Dalbandin’e doğru yola çıkmak için çok geç olduğunu öğrendim. Yani bir gece daha kaybedecektim. Rütbeli kişiye, İran tarafında kaybettiğim günlerden bahsettim ve ertesi gün direkt Quetta’ya sürmek istediğimi söyledim. Kısa süreli planlamanın ardından, bu isteğim kabul edildi.
2010 yılında bir toprak kayması sonucu oluşan Attabad gölü. Manzara müthiş olsa da, hayatı altüst olan insanları unutmamak gerekiyor.
Taftan – Quetta arası pek yerleşim yerinin olmadığı bir çölden ibaret… Tam ortadaki Dalbandin kasabası ise, genelde bu yolu yapanların gecelediği tek yerleşim yeri… 630 km’lik bu yol, bozuk olmasının yanı sıra, sürekli eskortlar eşliğinde geçildiği için, genellikle bir günde yapılmıyor. Güvenlik açısından sıkıntılı bölgeler olduğu için, akşamüstü ve gece yol almanızı kesinlikle istemiyorlar. Tüm bunları düşünürken, karakolun avlusunda sınır ihlali yapanlarla bisiklet tamir ederken buldum kendimi… Durumları içler acısıydı. Gece karakolda kaldım ve sabah uyandığımda hedef Quetta’ydı.
Sabah 7 gibi tekerlek döndü ve kontrol noktalarını geçe geçe ilerlemeye başladım. Kimi yerde eskort verdiler, kimi yerde vermediler. Birkaç saat geçtikten sonra, bu yolun bu süratte bitmeyeceğini anlamıştım ve bir karar alıp bariyer olmayan kontrol noktalarında durmamaya başladım. Oldukça bozuk olan yolda epey süratli ilerliyordum. Birçok eskortu atlatmama ve birçok kontrol noktasında durmamama rağmen, Quetta’ya tam 14 saatin ardından akşam 9 gibi varabildim. Otele gece giriş yapınca çalışanlar biraz şaşırdılar. Taftan’dan geldiğimi duyduklarında, bu şaşkınlık daha da arttı. Taftan – Quetta arasındaki yol, son yıllarda epey düzelmiş. Mükemmel bir yol olmasa da, uygun bir motosikletle hızlı sürüşe izin veren bir yol… Hem fiziksel hem de mental olarak oldukça yorucu bir yol… Ben geçtiğimde hava sıcaklığı dayanılmayacak boyutlarda değildi, ama yaz ortasında bu yolu geçmeyi düşünemiyorum. Quetta’daydım ve yola devam etmek için bir izin belgesi almam gerektiğini biliyordum. Şehre varış günümü cuma gününe denk getirmemek için çabalamıştım. Çünkü resmi daireler hafta sonu çalışmıyorlardı. Hesaba katmadığım Kurban Bayramı, tüm planlarımı alt üst etti. Bayram tatiliydi ve izin belgesini almak için beş gün beklemem gerekiyordu.
4.693 metre yükseklikteki Khunjerab geçidi… Fotoğraf çekmek için illegal olarak Çin’e girmiş bulundum.
Ertesi gün, kapıda benim için nöbet tutan polislerden sıyrılıp, tüm dükkanların bayram sebebiyle kapalı olduğu Quetta sokaklarında bir Rikşa (üç tekerlekli motorlu araç) ile turlarken, kara kara ne yapacağımı düşünüyordum. Trenle seyahat etmemde bir engel yoktu. Ama motosikleti trene yüklemekten tutun da, o yolculuğun nasıl geçeceğine kadar bir sürü şey geçiyordu aklımdan… Gara gidip biletimi satın aldım ve yükleme ile ilgili detayları en ince ayrıntısına kadar öğrendim. Ertesi sabah garda, meraklı gözler eşliğinde, Bolan Ekspres’i beklemeye başladım. Yükleme işi beklediğimden kolay gerçekleşti. Sonunda Bolan Ekspres’in üç numaralı vagonunda Sukkur’a doğru ilerlemeye başlamıştım. 11 saatlik yolculuk boyunca yuttuğum tozu size anlatamam. Yol boyunca trenin yoldan kaldırdığı toz, arka vagonlara hücum ediyordu. Sukkur’a vardığımda hava kararmıştı, sıcaklık ve nem oldukça rahatsız ediciydi. Rohri Garı’nda motosikleti yük vagonundan indirdiğimde, renginin kahverengiye döndüğünü gördüm.
Tozdan hiçbir yeri görünmüyordu. Garda motosiklete çantalarımı monte ederken etrafımda en az 200 kişi birikmişti. Eşyalarımın güvenliği açısından biraz gerilmiştim ki, gardan motosikleti çıkarabileceğim bir çıkış yolunun olmadığını öğrenince benim şalterler komple attı. Önce kalabalığı dağıttım, sonra kalabalıktan seçtiğim yaklaşık 10 kişi ile garın sonuna doğru gitmeye başladım. Birkaç tren rayı atlayıp yan eğimli araziden tırmandıktan sonra, son engel olarak dev bir su borusu ile karşılaştım. Boru yerden 100- 120 cm yüksekteydi. Yapacak bir şey yoktu; motosikleti yan yatırdık, koruma demirleri ve yan çantaların üzerinde sürükleyerek altından geçirdik. O kadar stresin üstüne yola vardığımda, polisin, yalnız gidemeyeceğimi söylemesi üzerine, ‘hadi ordan!’ diyerek ortamdan kaçarak uzaklaştım.
Khunjerab geçidinden dönüşte Attabad gölünü geçmek epey stresliydi. Motosikletin durduğu yer beni oldukça endişelendiriyordu.
Sukkur inanılmaz sayıda evsiz insan barındırıyor. Trenle şehre girerken anlatamayacağım manzaralarla karşılaştım. Yaşam alanlarında koşullar oldukça kötü… Karanlık Sukkur sokaklarında ilerlerken, motosikletli iki gence yol sordum. İyi derecede İngilizce konuşuyorlardı ve beni hem ucuz, hem de klimalı bir otele götürdüler. Yaklaşık bir haftadır eskortlar, polisler ve askerlerle haşır neşirdim. Artık özgürdüm ve Multan’a doğru yola çıktım. Multan’da İkbal’in evinde kalacaktım. İkbal; Pakistan’da bulunan az sayıdaki büyük hacimli motosiklet kullanıcılarından biri… Motosikleti ise yeni model bir Yamaha Tenere… İkbal internette de aktif biri olduğu için, evinde birçok yabancıyı ağırlıyor. Boynuma takılan çiçeklerle İkbal’in evinin bahçesine girdim ve Multan’da iki gece kaldım. İkbal ile Karakurum Otoyolu’ndan epeyce bahsettik ve sonunda kuzeye çıkma kararı aldım. Hatta Lahor’a gitmeden direkt İslamabad’a gidebileceğim bir rota bile çizdik. Ertesi gün kuzeye doğru giden yollarda ilerlemeye başlamıştım. Yabancıların pek geçmediği yollardı bunlar… Molalarımda etrafıma toplanan kişi sayısı gittikçe artıyordu. İkbal, çizdiğimiz rota üzerinde bir askeri bölge olduğunu söylemişti. Orada durmamamı ve fotoğraf çekmememi tembihlemişti. İnce kumdan oluşan bir çöl geçmeye başlamıştım ve sonra bahsi geçen askeri bölgeye vardım.
Biraz ilerledikten sonra bariyerin açık olduğu bir kontrol noktasını geçip, kasabanın girişinde durdum. Dinlendiğim sırada bir kişi bana doğru yaklaştı ve konuşmaya başladı. Pek anlaşamadık ama kontak anahtarımı alınca işin rengi değişti. Kısa bir arbedenin yaşandı, o sırada kontrol noktasındakiler de yanımıza gelmişlerdi. Anahtarımı geri almıştım ve pek sakin değildim. O sırada yanıma epey rütbeli biri geldi. Suratı filmlerdeki ajanları andırıyordu. Nükleer silah araştırma ve geliştirme bölgesinde olduğumu belirterek, buraya yabancıların girişinin yasak olduğunu kibarca anlattı. Sonuçta yine eskortlar beklendi. Epeyce vakit kaybetmiştim. Akşam 10 olduğunda hala yoldaydım ve pes edip bir karakolun önünde durdum. Daha fazla gitmeyeceğimi belirterek, zorla karakolda konakladım.
Pakistan’ın kamyonları kadar otobüsleri de meşhur… Ülke genelinde her türlü araç aşırı yükleniyor.
Sabah yeniden yola çıktım. Kesinlikle geçmemem gerektiği söylenen eskortu, yola çıktıktan 100 metre sonra geçtim ve bir daha hiç görmedim. İslamabad’ın içine girmeden, uzakta görünen dağlara doğru sürmeye başladım. Artık yeşillikler içinde güzel virajlarda yata yata gidiyordum. Her şey bir anda değişmişti. Çin sınırına kadar 880 km boyunca uzanan Karakurum Otoyolu’nun, resmi olarak başladığı nokta olan Abbotabad’a, Mari üzerinden giden kısa yolu tercih etmiştim. Abbotabad’a vardığımda inanılmaz bir trafikle karşılaştım. Yoğunluk Manşera’ya kadar devam etti ve sonrasında yol rahatladı. Tozlu asfaltta giderken sert bir virajda ön lastiğimin kaymasından ötürü küçük bir kaza geçirdim. Dar yolda arkamdan araç gelmemesi benim için şanstı. Bende ve motosikletimde bir sıkıntı yoktu. Havanın kararmasıyla, yol üzerinde bulduğum küçük bir otelde konakladım. Gece hava oldukça serindi, artık dağlardaydım.
Thakot köprüsüne vardığımda İndus nehri ile buluşmuş olduk. Uzunca bir süre kendisi bana eşlik edecekti. Yol kendini hissettirmeye başlamıştı. İndus bana eşlik ediyordu ama çoğu zaman aramızda 500 metrelik uçurumlar oluyordu. Yine kontrol noktaları başlamıştı, bazılarında sadece kayıt alıyorlardı, bazılarında ise eskort vermeye çalışıyorlardı. Pek çok eskortu biraz ilerledikten sonra diskalifiye ediyordum. Yol asfalttı, fakat çukurlar ve yamalardan dolayı amortisörler sürekli çalışıyordu. Yolun büyük bir kısmında ayakta sürmem gerekiyordu. Chillas’a yaklaşırken sağ tarafımda 8.125 metrelik Nanga Parbat Dağı kendisini göstermişti. İlk kez 8.000 metrelik bir dağ görüyordum. Duygulanmıştım. Yıllarca bu dağa yapılan tırmanışlarla ilgili kitaplar okumuştum. Şimdi güneş batarken oradan bana bakıyordu. Chillas kasabası için rehber kitaplarda ve forumlarda ‘uğramasanız iyi olur’ yazıyordu. Tam da kasabaya yaklaştığım sırada, gidon rulmanlarımın gevşediğini hissettim. Yolculuk öncesi değiştirdiğim rulmanlar bir miktar oturma yapmışlardı ve boşluk gittikçe artıyordu. Kasabaya girdim ve bir tamirci buldum. Tüm kasaba ile beraber ön tarafı söktük ve gerekeni yaptım. Aslında kasabada kalmayı da düşündüm, ama şansımı çok zorlamayıp anayol kenarındaki bir otelde konaklama kararı aldım.
Taftan ve Quetta’nın tam ortasında bulunan Dalbandin kasabasında İran’dan gelen kaçak yakıtlar satılıyor, fiyatlar %30-40 daha ucuz.
Sonraki gün uyandığımda kendimi pek iyi hissetmiyordum. Yaklaşık 150 km yol yapıp, epey büyük bir şehir olan Gilgit’e vardım ve zorunlu bir konaklama yaptım. Yüksek irtifaya çıkacağım için güçlü olmam lazımdı. İyi beslenip bol sıvı aldım ve biraz da ilaç takviyesi ile sabah yola devam ettim. İndus’tan ayrılıp Hunza nehrini takip etmeye başlamıştım. Hunza vadisi inanılmaz manzaralar sunmaya başlamıştı. Sağ tarafımda 7.000 metrelik dağlar sıralanmıştı. Hunza’da ilerledikçe dağlara daha da yaklaşıyordum ve bir virajı döndüğümde Rakaposhi’nin buzulu önümdeydi. 7.788 metre yüksekliğindeki Rakaposhi’nin özelliği; 6.000 metrelik kesintisiz bir yüzünün bulunması ve dünyanın en güzel dağlarından biri olarak anılması… Kerimabat’tan son kez benzinimi alıyordum ve yoluma devam ediyordum. Yol bu bölgede çok düzgün, çünkü bakımları kısa zaman önce Çin yapmış. Rotanın enteresan bir kısmına yaklaşıyordum; Attabad gölü. Genç Atabad gölü… Neden genç diyorum, çünkü yaklaşık dört sene önce büyük bir toprak kayması Hunza nehrinin önüne bir set çekti ve böylece Atabad gölü oluştu. Ne kadar güzel görünse de; yirmi kişinin ölümüne, 6.000 kişinin yaşadığı yeri değiştirmesine, KKH’nin 19 km’sinin sular altında kalmasına ve vadinin tüm dengesinin değişmesine neden olan bu göl, pek masum değil… Bu gölü teknelerle geçmek gerekiyor.
Lahor’da sıradan bir gece… Sürekli canlı olan şehirdeki motosiklet sayısı dudağınızı uçuklatabilir.
2.600 metre irtifada, vahşi bir coğrafyada tekne yolculuğu… Karakurum Otoyolu, Pakistan ve Çin arasındaki tek bağlantı olduğu için göl üzerinde çalışan çok sayıda tekne bulunuyor. Ama bu tekneler ahşap ve 10-12 metre uzunluğunda… Uzun lafın kısası, iki tane kalasın yardımıyla motosikletimi tekneye yükledim. Ne kadar güvenli olduğunu o ortamda pek düşünemiyorsunuz. Rahat bir şekilde, nefes kesici manzaralar eşliğinde Gulmit’e vardım ve motosikleti sağ salim indirdim. Amacım; Passu yakınlarındaki Borit gölünde kamp yapmaktı, fakat göl çevresinde hayal ettiğim gibi bir kamp alanı bulamadım. Passu’ya geri dönüp, pansiyonun bahçesinde çadırımı kurdum. Benzin ocağımın sesini İran’dan beri duymuyordum. Yemeğimi yedim ve Khunjerab geçidini düşünerek derin bir uykuya daldım. Sabah uyandığımda hava çok soğuktu. Kamp alanına güneş vurduktan sonra çadırdan çıktım. Heyecanlıydım; bugün Khunjerab’a çıkıyordum. Yola koyulma vakti gelmişti. 3.350 metredeki milli park girişine vardığımda, son derece sıcakkanlı park görevlileri beni karşıladılar. Çay içmem için ısrar ettiler ama dönüşte içme sözü vererek yoluma devam ettim. Geçide yaklaştıkça etrafımda irili ufaklı buzullar artıyordu. 4.000metre civarındaydım ve motorun gücü düşmeye başlamıştı.
Henüz geçide varmadan parmaklarımın bir kısmına kan gitmediğini hissetmeye başladım. Yıllar önce tırmanırken donan parmaklarım, oldukça hassaslardı ve hızlı davranmam gerekiyordu. Pakistan sınır kontrol noktası, geçitten yaklaşık 12 km aşağıda bulunuyordu. Görevli, yukarıda bir kulübe göreceğimi, onu geçmemem gerektiğini, çünkü geçersem Çin’e girmiş olacağımı söyledi. Devam edip geçide varmıştım. Tam 4.693 metre yükseklikteydim, hem de motosikletimle! Tabii ki Çin tarafına geçtim, o kadar yol çıkmışım, orada fotoğraf çekmeden dönemezdim. Ellerim pek iyi durumda değildi, elcik ısıtmalarım da fayda etmiyordu. Çünkü oksijen azlığından dolayı kanım koyulaşmıştı ve koyulaşan kan kılcal damarlara ilerleyemiyordu. Yanımdaki tüm sıvıyı içip hızlıca aşağıya doğru inmeye başladım. İrtifa düştükçe kendime gelmeye başladım. Dünyanın en yüksek otoyolunda ilerliyordum. Garip hisler içindeydim, o kadar yolu nasıl geri döneceğim diye düşünmeye başlamıştım bile… Gece Gulmit’te konakladım, halen hastaydım ve kötü bir gece geçirdim. Sonraki gün Attabad gölünü geçmek için teknelerin yanaştığı yere gittim.
Pakistan’ın sembolü haline gelmiş kamyonlar. İnanılmaz işçiliklerle karşılaşabiliyorsunuz.
Hava oldukça soğuk ve rüzgarlı idi. Bu sefer motosikleti teknenin baş üstüne yani ön tarafına yerleştirdik. Bu nokta, olabilecek en güvensiz yerdi ve içim hiç rahat değildi. Hava sert esiyordu, göl dalgalıydı, 1,5 saat titreyerek motosikletimi tuttum ve sonunda karadaydım. İrtifa düştükçe kendime gelmeye başladım ve aynı gün Karakurum otoyolunda 500 km’den fazla yol yaptım. 3 günde çıktığım mesafeyi, bir günde inmiştim. Fazla eşyalarımı bıraktığım otele gece 11’de vardım. Görevliler şaşkınlık içindeydiler, beni 3-4 gün sonra bekliyorlarmış. Sonraki gün ise, yine geceye kalarak Lahor’a varmayı başardım. Artık dinlenme vakti gelmişti. Karakurum yolu geride kalmıştı, artık önümde Hindistan vardı. Lahor’da internet üzerinden yazıştığım çok güzel insanlarla iki gün vakit geçirdim. Pakistan’da herhangi kötü bir olayla karşılaşmadım. Tüm tatsızlıkları güvenlik güçleri ile yaşadım, onlar da pek önemli şeyler değildi. İnsanlar genelde çok sıcakkanlılar… Kuzeye çıktıkça profil hızla değişiyor, dağlarda yaşayanlar her zaman çok daha iyi oluyorlar. İstanbul’dan çıktıktan tam 32 gün sonra meşhur Wagah kapısının önündeydim, yeni bir ülke beni bekliyordu. Gelecek sayımızda Motoroman, Hindistan ve Nepal bölümü ile devam edecek.
2Enduro ekibinin daha önceki yolculuklarını www.2enduro.com ve www.facebook. com/2Enduro ve www.facebook.com/ motoroman.org sayfalarından takip edebilirsiniz.
Yorumlar
Loading…