II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda savaşın mutlak galibi
Amerika Birleşik Devletleri’nin öncülüğünde Avrupa’da
yeni bir ekonomik düzen kuruluyordu. Bir yandan savaşın
yaralarını sarmak için sıkı çalışma disiplini ekonomik yaşama
egemen olurken, refahın artmasıyla da sınıflar arası siyasal
ve kültürel farklılaşmalar belirginlik kazanıyordu.
Özellikle İngiltere’de orta sınıfın motosikleti ulaşım aracı olarak kullanmaya başlaması ve motosikletlerin prestij objesi haline gelmesi üzerine gençler, ucuza elde ettikleri motosikletleri modifiye ederek Amerikan yardımlarıyla yapılan asfalt yollarda boy göstermeye başladılar.
Öte yandan toplumsal değişime ayak uydurmakta zorlanan ve yaşam alanının giderek daraldığına inanan gençlik, yaşam tarzlarıyla da kendilerini ifade etmeye çalışıyordu. Kafelerde bir araya gelip rock n’roll dinleyip dans eden, deri mont ve jeanleriyle farklı giyinen bu gençlik, doğal olarak hız yapmayı da seviyordu. Bir kafeden başlayıp diğer bir kafede son bulan motosiklet yarışlarında 100 mil hızına erişenler “ton-up boy” olmanın gururunu yaşıyordu. Altkültür yaratan bu asi gençliğe “Rocker Gençlik” denirken Café Racer kavramı da bu kültürün tam içinden doğdu.
Gelelim günümüze, savaş sonrası ortaya çıkan Café Racer akımı, son yıllarda yeniden moda olmaya başladı. Bunu tetikleyen nedenler ayrı bir araştırma konusu olmakla birlikte, motosiklet endüstrisi bu akımı sevdi ve art arda Moto Guzzu V7 Racer, Harley Davidson Street 750, Ducati Monster, Honda CB1100, Yamaha SR400, BMW R NineT örneklerinde olduğu gibi Café Racer olarak adlandırılabilecek tarzda modeller piyasaya sürdü. Endüstrinin bu alana yönelmesindeki en önemli etkenlerden birisi Café Racer üretmek amacıyla kullanılmış eski motosikletleri modifiye eden garajların dünyanın her yerinde hızla artmaya başlayıp bunun bir akıma dönüşmesi. 50’li 60’lı yıllarda olduğu gibi motosikleti ucuza al, modifiye et, değerini yükselt! düsturu yürüdü gitti. Ancak belirtmek gerekir ki, günümüzde bu akıma dahil olanların gerçek amacı, motosikletin fiyatını yükseltmekten daha çok “biricik” bir motosiklet üretmektir.
Şüphesiz bu akımı takip eden öncüler, Türkiye’de de var. Şu anda sayıları yurtdışı örneklerle kıyaslanmayacak kadar az olsa da dünya çapında takdir gören başarılı çalışmalara rastlamak mümkün. Ancak, Türkiye’de Café Racer’dan daha çok dikkat çeken bir başka gelişme daha var: Motosiklet kullanıcılarına hitap eden motosiklet kafelerinin açılıyor olması! Bu durum, motosiklet kültürünün ülkemizde oturmaya başladığını, kendine özgü yaşam alanlarını oluşturabildiğini sosyolojik anlamda işaret eden en değerli parametrelerinden biridir. Görüyoruz ki, kural değişmiyor: Artan motosiklet ve “motorcu” adedi, özgürlükçü yaşam tarzını ve kültürünü de beraberinde getiriyor. İyi ki de getiriyor. Motorunuzun ve yaşam sevincinizin hep “on” olması dileğiyle…
Yorumlar
Loading…