Yazar: Didem Tüfekçi
Aslında bu teklifi ilk duyduğum zaman şaşırdığımı söylemeliyim. “Korlas,
GAP turu düzenliyor” . Ducati, Triumph ve MV Agusta distribütörü
Korlas’ın, Mardin’e motosikletlerle tur düzenlemesi ilginç geldi.
Bu tip seyahatler ve yollar için genel olarak BMW GS tarzı motosikletler ve sürücüleri aklıma gelir. Onlar yol yapmayı ve değişik rotaları severler. Ducati kullanıcısı ise motorunu alır, şehir veya civarındaki yakın sayfiye yerlerinde biblo gibi motorunu seyrederken keyif çatar diye düşünürdüm hep. Ama bu grubun beni şaşırttığını söylemeliyim.
Tur içersinde Mardin ve civarı, Hasankeyf ve Urfa vardı. Toplamda da 2,5 günümüz. Aslında kime bu bölgeye gideceğimizi söylesem, bu dönemde tehlikeli olabileceği ile ilgili yorumlar aldım hep. Benim gibi tura katılan diğer kişiler de bu uyarılara maruz kalmış. İnsan yurdunun diğer ucuna gitmeye niye çekinir ki? Sürenin kısa olması sebebiyle motosikletler birkaç gün önceden tıra yüklenerek Mardin’e gönderildi. Bence bu organizasyonun en keyifli kısmı, çünkü planladığınız yerleri gezmek için enerjiniz ve keyfiniz size kalıyor.
Bizlerde 6 Haziran Cuma sabahı havaalanında buluştuk. Bazıları tanıdığım ama büyük bir kısmı ilk defa tanıştığım insanlardan oluşuyordu. Hepsinin ortak özelliği ise Ducati, Triumph veya MV Agusta sahibi oluşlarıydı. Keyifli ve bol sohbetli bir uçuş sonrası saat 9 civarında Mardin’e iniş yaptık. Bizi havaalanından büyük bir servis aracı alıp otelimize kadar götürdü. Bu arada motorlar kapının önünde bizi bekliyordu hatta kıyafetler bile tırla gelmişti. Bu benim bu bölgeye ilk seyahatim olduğu için etrafa karşı çok meraklı olduğumu söylemeliyim. Bambaşka bir coğrafyaya geldik. Ve havaalanından çıkarken hissettiğim tek şey sıcaktı. Giderken gördüğüm tek şey ise sarı taşlar ama gökyüzü o kadar mavi, o kadar açıktı ki yeşil olmasa da doğal güzelliğin ne demek olduğunu anladım.
Kaldığımız otel Mardin’in eski bir Ermeni mahallesinde yer alıyordu. 1870’lı yıllarda Kendir ailesinin konağı, Cumhuriyet döneminde ise çocuk yetiştirme yurdu olarak kullanılmış. Otel’de geçmişin tüm izlerini ve geleneksel Mardin yapılarının tüm özelliklerini bulabiliyorsunuz. Konak güneye bakar şekilde yapılmış ve geniş avlusu evin iç tarafında konumlandırılmış ama teras veya avludan baktığınız zaman tüm ovayı çok rahat bir şekilde görebiliyorsunuz. Konak’ın alt kısımları su sarnıçları ile dolu. En önemlisi otelin sahipleri tarihi yapıyı hiçbir şekilde bozmadan muhafaza etmiş ve odaları da modern hayat ile o kadar güzel dekore etmiş ki, kendinizi o dönemde konaktan yaşayan biri gibi hissediyorsunuz. Bu arada Maridin Otel ile ilgili bilmeniz gereken en önemli sahibinin motorcu olduğu, zaten sanıyorum kendisi olmasa bu turu bu kadar güzel organize edebilmek çok mümkün olmazdı. Türkiye’de hala extrem ve marjinal sayılan bir gruba dahil iseniz nereye giderseniz gidin motorcu olma özelliğiniz ile kendinizi asla yalnız hissetmiyorsunuz.
6 Haziran – Cuma:
Otelimize gelir gelmez bizi harika bir kahvaltı karşıladı. Yöresel ve taze yiyeceklerden oluşan bu kahvaltıyı bırakmak hayli zor olsa da saat 11:00 itibari ile motorlarımızın üzerine binmiştik. Grupta yaklaşık 10 motor ve 20 kişi vardı. Sabah kahvaltısında belirlenen programa uygun şekilde yola koyulduk. İlk durak Artuklu Belediye Binası idi. Geleceğimizden haberi olan Belediye Başkanı’nı Emin Irmak tarafından makamında ağırlandık. Kahve meraklı benim için ilk bölgesel kahvelerimizi de içmiş olduk. Mırra, çok yoğun ve acı.
Ziyaretimiz sonrası ilk güzergahımız Mardin’in 30 km güneydoğusunda yer alan eski Mezopotamya’nın en önemli kentlerinden biri olan Dara idi. Açık hava müzesi olarak korunan Dara geç Roma dönemine kadar uzanan şehir hayatından izler taşıyor. Kaya mezarlar, büyük sarnıçlar ve mağara evler gerçekten görülmesi gereken bir alan. Mardin halkının çok büyük bir kısmı kendi aralarında Kürtçe konuşuyor. Ama gelen misafirlere karşı çok içten ve sıcaklar.
Dara’dan sonra rotamızı Beyazsu Çayı’na çevirdik. Beyazsu, Midyat ve Nusaybin arasında kalan bir bölgede bulunuyor. Beyazsu’ya yaklaşırken suyun toprağa nasıl can olduğunu son derece net bir şekilde gördüm. Her yer sarı taş ve toprakla çevriliyken çayın izlediği yol yemyeşil. Sanki ormanın içine giriyorsunuz. Ağaçlar, çiçekler, çimenler. Beyazsu için tek kelime söylenebilir. Çölün içinde bir vaha. Çayın üzerine dinlenme alanlar var. Suyun üzerine tahta alanlar yapmışlar, böylece ziyaretçiler ayaklarını suya sokup gölge de rahatla yemeklerini yiyebilirler.
Beyazsu’dan çıkarken rotamızı mutlaka görülmesi gereken bir yer olan Hasankeyf’e çevirdik. Hasankeyf, eskiden Mardin’e bağlı iken Batman il olması ile beraber Batman’ın bir ilçesi haline gelmiş. Halk genel olarak ticaret veya ziraat ile uğraşıyor ancak turizm’de ilçenin önemli gelir kaynaklarından birisi. Batman çayı üzerindeki Hasankeyf’te doğal manzarayı seyrederken bölgeye özgü kahvelerinizi yudumlamak gerçekten harikaydı.
Hasankeyf’te dinlendikten sonra gece karanlığına kalmadan otelimize Mardin’e dönmeye karar verdik. Gün boyunca yaklaşık 250 -300 km arası bir yol yapmış ve çok yer görmüş olduk. Bu arada şunu mutlaka söylemeliyim. Yol boyunca güvenlikle alakalı hiçbir sıkıntı veya bizi tedirgin edici bir görüntüye rastlamadık.
Akşam yemeği için Cercis Murat Konağı’nda yerimiz hazırdı. Mardin’in gerçekten çok güzel yerel meze ve yemekleri var. Kebap Mardin’e özgü bir yemek değil, daha ziyade yöresel et yemekleri yemenizi tavsiye ederim. Tabi bunun yanında ev yapımı Süryani şarabını da mutlaka denemelisiniz.
7 Haziran – Cumartesi:
Bugün Urfa’ya gideceğimiz için sabah erken kalktık ve kahvaltı sonrası yola çıktık. Mardin- Urfa arası yaklaşık 190 km. Yol dümdüz ve rahat ama çok sıcak. Urfa’ya doğru yaklaştıkça hava daha da ısınıyor sanki. Hele Urfa’nın içinde kıyafetler ve motor hamamdan farksız. Urfa’da direkt gittiğimiz yer Balıklı Göl. Balıkları besledikten, yöresel şallarını da kafamıza doladıktan sonra artık kendi karnımızı doyurma vakti. Orası mı burası mı derken sonunda Urfa’da kötü kebap yemeyeceğimize kanaat getirerek çarşıdaki bir kebapçıya giriyoruz. Oraların en meşhur kebabı patlıcanlı kebap ve ciğer. İstanbul’da da kebap yiyoruz ama havasından mı suyundan mı gerçekten bambaşka bir tat. Yemek sonrası serbest zaman ve çarşıda alışveriş.
Dönüşü geçe bırakmadık, çünkü akşam için otel sahibinin bize bir sürprizi vardı. Akşam yemeği bizim gruba özel avluda ve yerde hazırlanmıştı. Bu demek oluyor ki akşama sıra gecesi var. Mezelerimiz, özel kuzu etlerimiz, müziğimiz ve tabi çiğ köftemiz. Harika bir gece geçirdik. O kadar güzeldi ki neredeyse sabaha kadar devam ettik.
8 Haziran – Pazar:
Güzel bir gecenin ardından sabah uyanmakta biraz zorlandığımızı itiraf etmeliyim. Ama bugün için grubun bir planı olmadığı için rahatız. Akşamüstü uçağımız olduğu için bulunduğumuz yerin çevresini yürüyerek gezmek çok daha mantıklı. Öğlene doğru çarşıya indik. Çarşıda gümüşçüler, bakırcılar, sabuncular ve kuruyemişçiler itina ile gezilip tüm alışverişler yapıldı. Öğlende Mardin’e gelmeden önce adını çok kişiden duyduğum Kebapçı Rıdo‘ya gittik tabiî ki. 1920’lerin başında açılan dükkan halen aynı yerinde ve aynı şekilde Rıdvan Örük’ün oğulları ve ailesi tarafından işletiliyor. Sakın öyle lüks veya süslü bir kebapçı beklemeyin. Dükkanın masaları bile en az 30 yıllık ama kim bilir belki de kebabın lezzeti buradan geliyor, özünü bozmamasından.
Akşam üstü Mardin’den ayrılırken gerçekten keyifli bir hafta sonu geçirdiğimi söyleyebilirim. Bu kadar kısa sürede motosikletlerimizle bu bölgeleri gezmek gerçekten mümkün değildi. Bunu gerçekleştirdiği ve organize ettiği için Korlas gerçekten güzel bir iş yaptı. Aslında ayrılırken yeni bir turun da müjdesini verdi. Şimdi sırada Karadeniz var.
Yorumlar
Loading…