Yazar: Pervin Ozulu
Ani bir kararla başlayan 2.400 km’lik kısa Ege – Akdeniz gezimde hem yaz mevsiminin en güzelini hem kış soğuklarının zor şartlarını yaşadım.
Bu sene yaz çok çabuk mu geçti diye sorgularken sonbahar başlamıştı bile. Motor sürmek için bu en sevdiğim mevsimdir. Yollarda serin rüzgarla beraber motoru sürerken sarı, turuncu, kırmızı ve yeşilin çeşitli tonlarıyla dolup taşan güneşli doğa manzaralarını izlemek sanatsal bir tablo izlemek gibidir, hatta renklere dayanamayıp avuç dolusu çeşit çeşit yaprak toplayıp onları kurutmak için eve götürdüm. Sonbaharın bu şerbet gibi havası beni defalarca plansız ve aniden yollara sürüklemiştir. Artık öyle yapmam diyordum, ama bu gezi yine paldır küldür başladı. Sadece bir gün öncesinden karar verdim ve aslında hiç tatil başlama günü olmayan bir Cuma sabahı yola çıktım.
Nefes almak için bu geziye bir nefeste karar verdim.
Perşembe günüydü, iş çıkışı akşam motorumun yağını değiştirmek ve genel bir bakım yaptırmak istiyordum, hatta sol aynamı yenileyecektim, sipariş vermiştim. O gün sabahtan beri hatta birkaç gün öncesinden beri parıldayan güneşe ve gökyüzünün maviliğine takıldı aklım. Bu mevsim fotoğrafçılık için çok ideal bir renk zemini hazırlar. Ofis deydim, çalışıyordum, işten güçten içemediğim soğumuş kahvem yanı başımdaydı. Camdan bir kedi içeriye girdi, oturup bana baktı. Dışarda ağlıyordu nedense, beslemeye çalışmıştım, ama yemedi, aç değildi. Camdan içeri girince susmuştu. Ben de onun oracıkta uzanmasına izin verdim, huzur buldu demek. Gökyüzündeki mavilik ve güneşin sıcaklığı aklımı almaya devam ediyordu, bu senenin son bol güneşli günleriydi belki. Çalışıyordum ancak aynı zamanda beynimin diğer yarısı yolculuk fikirleriyle dolup taşmaya başlıyordu, rüzgarı hissetmeye başlıyordum. “Neler oluyor? dedim kendime, “otur oturduğun yerde ve çalış, havalar 2-3 gün sonra bozacak zaten artık, ne gezisi?” diyordum. Ancak sonra güneşe tekrar baktım ve takvimi elime aldım. “Kaç günlük bir gezi yapsam?” diye düşündüm, hatta hangi yollarda motosiklet sürmek ve nereleri görmek isterim diye hayal etmeye başladım. “Acaba Ege sahili tarafından kıyı şeridinden tane tane gezerek Mersin’e kadar uzansam mı?” 2 haftalık bir sahil turuna çıksam mı şimdi, Çanakkale üzerinden, Assos, Ayvalık, Bodrum… Antalya… Mersin’e veya Adana’ya kadar sahilden dolansam mı? Öyle hayallere dalınca motoru sürer gibi yol yapmaya başlıyordum ve gitmek istediğim bütün yollar aklıma geliyordu, hep ileriye gidiyordum yollarda sanki. Sadece Mersin’e kadar gidip kız kulesini görüp dönsem yeter aslında. Bu güzel bir fikir olabilirdi, ama havalar? Aman boş ver havayı, ben zaten her tür havada sürüş yapmaya alışkınım, o hiç mesele değil benim için, esas sorunum vakitsizlik. Vaktim aslında hiç ama hiç yoktu, yakında iş gereği yurtdışında gitmem gerekiyordu ve vizemin süresi dolmuştu. Bu sene motosiklet gezisi artık olmazdı, hem günler bile kısalmaya başladı. Hava raporlarına göre sadece 3 bilemedin en fazla 4 gün havalar iyi olacaktı, sonrasında tüm Türkiye’yi şiddetli sağanak yağış, kış günü ve fırtına bekliyordu. Şu iş gereği yurtdışı Fransa seyahatine mesai arkadaşım Tülay ile beraber gidecektik ve vize başvurumuzu daha yeni hazırlıyorduk, evrak hazırlığı birkaç günümüzü alırdı. Yine de araya bir motosiklet gezisini sıkıştırabilir miydim? Vize için fotoğraflarımızı ve bazı evraklarımızı hazırlamıştık aslında, Tülay ile birbirimize baktık. Hani konuşan bakışlar vardır ya, aynen öyleydi, aynı şeyi düşünmüştük: “Acaba her şeyi bir günde şu an bugün yetiştirebilir miyiz?” bakışı idi bu bakış. Muallakta olan ve gezime henüz karar vermemiş de olsam Tülay ile beraber jet hızıyla o Perşembe günü vize başvurusu için bütün işlemlerimizi tamamladık, evraklar resmen havada uçuştu. İşimle ilgili acil olan konuların kalmasını istemiyordum, acil hal olması gerekenleri elimden geçirdim. Motosiklet gezisi öncesi ofisimizde rüzgarı estirdik gerçekten. Henüz gezi için karar vermemiştim hala, karar verebilmek için zeminimi hazırlıyordum sadece. Vize başvurusu tamam da olsa, iş de tamam olsa ben ne zaman hazırlanacağım ki? Akşam motosiklet servisine gideceğim, kesin akşam saat 20:00 den önce evde olamam. Eşya gibi gezi ve yol hazırlıklarım veya biraz olsun dinlenmeye vaktim olacak mıydı? Jet hızıyla Tülay ile hal ettiğimiz işlerin boşa gitmemesi için aslında geziye çıkmak şart olmuştu artık ve hiç bir engel yoktu. Ben de 4 gün izin aldım. Bu kısa sürenin içine neler sıkıştırabilirim diye beyin fırtınası yaptım. Cuma sabahı yola çıkar birinci gün önce direkt Bodrum’a gider, Salı dönüş yoluna geçerim diye rotamı bu şekilde belirledim. Rotanın içinde varış noktası yoktu, nereye kadar geldiysem oradan dönmek üzereydi. Planlamam bu kadardı. Salı akşamı Ankara’da olabilirsem, Çarşamba sabahı Anıtkabir’i gezip öyle gezimi tamamlamak harika olurdu. Doğaçlama bir yolculuk olsun istedim, rotayı kendi kaderine bıraktım, sadece manzaralı Ege ve Akdeniz sahil şeridinde motor kullanmak ve kıyı şeridindeki kıvrımlı yolların keyfini çıkartma istiyordum.
Uzun bir gezi olmayacaktı, zamanım nereye kadar yeterse…
O Perşembe günü motorumla işe gelmiştim, iş çıkışı vakit kaybetmeden servise direkt gitmek için. Eski ve çok sevdiğim deri montumu giymiştim, yıllardır bana eşlik etti. Bu gezime onunla çıkarım diye düşündüm, çok kışlık olmadığı için acaba ona yeni ve çok iyi bir içlik mi alsam diye düşündüm, hava hem yaz hem kış, giyim ona göre olmalı mutlaka. Servisin aynı zamanda giyim satış reyonu da vardı ve gözüm harika bir içliğe takılmıştı. Hemen denemek için montumun içine giydim, ancak sürpriz bir şekilde montun fermuarı o an bozuldu. Sıkıştı, ne yukarı ne aşağı ve içlik nedeniyle terlemeye başlıyordum. Pense istedim, öyle açmaya çalıştım, yok kesinlikle açılmıyordu. Öyle fena sıkışmıştı ki, ne yapsam olmadı. Daha önce böyle olmamıştı hiç, daha öncelerinde de içine içlik giymiştim. Sonunda tüm gücümle montun her iki tarafından çektim ve kurtardım kendimi. Fermuar açılmıştı, yırtılma veya kopma yoktu, her şey sağlamdı. İçliği çıkarttığımda rahatlamıştım. Test için montumu tekrar giydim, hatta fermuarı yumuşatmak için önce sprey sıktık, ama o da işe yaramdı, aynı şekilde tekrar sıkıştı. Uğraştım durdum ama fermuarın ömrü bitmişti. Tam da yolculuk öncesi, böyle zamanlamamı olur mu? Başka bir kışlık montum da var, ama o çok fazla kışlık. Onunla yolculuk edersem tenceredeki yemek gibi pişerim. Evde başka bir mevsimlik montum daha var aslında, ama onu giymek istemiyordum. Yeni bir şey almak istiyordum zaten, demek ki zaman bugünmüş. Yeni montlara kaydı gözüm, tam da istediğim gibi bir mont dikkatimi çekti, cepli mepli, kollarında omuzlarında reflektörlü Gora-tex mevsimlik harika bir mont görmüştüm. Onu giydiğimde sanki zaten benimmiş gibi oluverdi. O arada motorumun yağ değişimi filan yapılıyordu, ara sıra motorunun yanına gidip izledim, çalışmayı seyretmek çok hoşuma gider. Bakım tamamdı, ancak ayna yanlış gelmişti, geçici olarak başka bir motorun aynası uydu ve onu taktık, ancak kolu çok kısaydı, orijinal sağ ayna uzun ve sol ayna çok kısa olunca motor çok komik görünmüştü. “O zaman sağ aynayı da sökelim ve diğerinin eşini takalım.” dedim. Bir deneme turu yaptım, oralarda trafik olmadığından aynanın iyi olup olmadığını pek anlayamadım, hava kararmıştı zaten. “Tamamdır” dedim. Saat 20:00 yi bulmuştu, ayna olmadıysa da yapılacak bir şey yoktu artık bu saatten sonra. Evin yolunu tuttum, yoğun trafik vardı, montum harikaydı onun sevinciyle yolda akıp gidiyordum, hızlıca araçların aralarından yoğunluktan etkilenmeden ilerliyordum, ancak trafikteyken aynaların arkamı çok eksik gösterdiğini fark ettim. Kısa ayaklı olduğu için olması gerektiği konuma gelmiyordu. Gidondan elimi çekip kolumu da çektiğim zaman arkamı görebiliyordum… hmm… ellerimi ve kollarımı yok ettiğimde aynalar harikaydı. Kötü bir durumdu, bu şekilde yola çıkmak doğru değildi ama ertesi sabah yola çıkmazsam, komple iptal olur, erteleme imkanım yoktu. Erteleme için vaktim dahi olsa bu şerbet gibi havayı kaçırmak istemiyordum ve zaten kafaya takılmıştı bir kere, dönüşü yoktur. Seçim benimdi, ya şimdi ya hiç. Kararım netti, “Evet her şey kabulümdür, sürüşümü aynaya göre ayarlayacaktım. “Yaşasın, sonunda gerçekten gidiyorum galiba.” Eve vardığımda yanıma götürmem gereken en önemli şeyleri aklımdan geçirdim. Dönüş sağanak yağışta ve soğuk havada olacağından en önemli giysiyi unutmamak için kışlık motosiklet pantolonumu hemen gözümün önüne koydum. Götüreceğim diğer eşyalarımı da toparladım, zaten fazla giyim almam yanıma, minimum ne lazımsa. Sabah erkenden motora yükler yola çıkarım. Nihayet gezim için haritayı açacak fırsatım olmuştu, kabaca bir rota gözden geçirdim. İlk gün varış yerim Bodrum. İzmit körfezini dolanarak Yalova, Balıkesir, Manisa, İzmir ve Kuşadası’nı geçerek Bodrum’a kadar aşağı yukarı 770 km’lik bir yol gitmiş olacaktım. Esas istediğim gezi şekli Bodrum’dan itibaren başlayacaktı, geze geze yola devam edince yolculuk istediğim kıvama giriyor, ilk gün alıştırma gibi gelir bana. Başka hiç bir rota planı yapmadan haritayı kaldırdım, yolcuğumu gezinin akışına teslim ettim. En özgür ve en doğal olan bu değil midir?
Özgür ruhu yaşamak için minimum plan.
Bodrum istikametine Cuma sabah yola çıktığımda çok serin bir hava vardı, güneşin varlığı ısıtmadan sıcaklık veriyordu. İzmit körfezini dolaşıp paralı İzmir otoyoluna girdim. Gişelerden geçiş biletimi sorunsuz alabildim bu sefer, genelde bileti almak ve parayı ödemek hep problem oluyor bu yolda. Yan çantalarım en geniş hali ile yoldaydım, yan çantalardaki körükleri açtığım için çantalar genişledi. Topcase de var, artçı yerinde de bir çantam var, yani tam takır dopdolu bagajlı motorla yoldaydım. Bu halde bu tenha ve adeta yarış pisti gibi olan otoyoldayken hızlandım tabii ki, motorum yüklü de olsa yüksek hızlarda bile sürüşlerimde en ufak bir sorun yaşatmaz bana. Artık onu o kadar iyi tanıyorum ki, kanka gibi olduk. Hızlandım, 160 km…180 km… 200 km… 210 km inanılır gibi değil, hala hayran kalıyorum şu motoruma. Bu kadar yüklüyken ve dengesiz ağırlıklara rağmen 200 km den de fazla hızla da gitsem zerre kadar en ufak bir titreme veya rahatsızlık olmadan rahatlıkla gidebiliyorum. Kaç yıldır kullanıyorum onu, her seferinde yeniden hayran kalıyorum, Motorum Yamaha, Diversion XJ6. Sonuçta o bir 1000 cc lik makine değil, ona rağmen konforu ve performansı gerçekten çok iyi. Onunla hiç yorulmadan rahatlıkla bir günde 1000 km yol yapabiliyorum. Otoyoldayken lastik hava basınçlarını kontrol ettim, benzin de aldım. Otoyoldan çıktığımda havanın serinliği nedeniyle ve kahvaltı saatim de geldiği için canım sıcacık bir çorba çekmişti. Soğuk rüzgar yüzüme geldikçe sadece lezzetli bir çorba istiyordum ve tam o an salaş bir yerin önünden geçiyordum “Çorba var” tabelasını görünce durdum. Ayrıca motoru park etmek için yeri çok müsaitti, hatta direkt masamın yanına çektim, bu en makbul park şeklimizdir ya, çok mutluydum. Soğuk havada bir sıcak çorba tam bir gezgin yemeğidir bence. İlk yolculuk günümde geziye çıktığımı anlayamam genelde, konaklayıp devam ettiğimde ve tekrar konaklayıp devam ettiğimde işte tam o zaman gezgin ruhumu yakalayıp esas istediğim moda geçmiş oluyorum. İzmir’e yaklaştığımda hala geziye başlamamış gibiydim ne yazık ki. Bir an evvel gezginliği hissetmek için İzmir civarında dümdüz akan asfalt yoldan çıkıp köy yollarına saptım. Toprak yoldaydım, zemin bozuktu, inekler ve bir çiftlik evi ve köy yaşantısını görünce rutin şehircilikten ve o standart asfalt yollardan kopmuştum, bunu seviyorum.
Haritanın dışına çıkmayı seviyorum.
Uzun zamandır tesadüfen bir tren rayına denk gelip onun üzerinde motorumla durmak istemişimdir hep ve o da bugüne denk gelmişti, evet o sahne karşımdaydı. “Dur” işareti olan bir tren geçiş yerine vardım. Çocukluğumdan beri trenlere ve tren ile bağlantılı ne var ise onlara karşı açıklayamadığım bir merakım vardır. Evde de bir oyun trenim var, rayların üzerinde hareket ettiğini izlemek büyük keyif verirdi bana, taa ki köpeğimin de tren meraklısı olduğu ortaya çıkıncaya kadar, çünkü trenimi kapıp geri vermemek üzere saklanmıştı. Yollarda oyalandığım için Bodrum’a akşam saatlerinde varmıştım ve günbatımına yetişmiştim. Hemen limana indim, teknelerin karşısından güneşin batışını izlemek sımsıcak bir hoş geldin edası taşıyordu. Ekim ayının sonu olduğu halde Bodrum sanki hiç boşalmamıştı, çarşıdaki araç trafiği çok kalabalıktı. Trafikte çok fazla ufak cc li scooter gördüm, hep Bodrum içi kullanımı. Her yaştan motosiklet sürücülerini görmek gerçekten güzeldi. Konaklamak için öğretmenevinin yolunu rahat bulmak için navigasiyon sistemini açtım. Araç yolunu epeyce uzun ve dolanan bir yoldan göstermişti, ben de o trafiğe tekrar girmemek için kısa yoldan yaya için olan yol tarifini seçtim. Ama nereden bilebilirdim ki, seçtiğim yaya yolu motosikletin girişi yasak olan alış veriş ve barlar sokağı olduğunu. “Motosikletlerin girişi yasaktır” tabelasını gördüm, ancak sezon bittiği ve etraf tenhalaştığı için ve ayrıca yolun kısa olduğunu düşünerek hemen geçerim düşündüm ve navigasyondaki yaya yolun tarifini takip etmeye devam ettim. Ancak git git yol bitmiyordu, kimse rahatsız olmasın diye iyice yavaş sürdüm. Sokaklar hem daralmaya hem kalabalıklaşmaya başlamıştı. Yasak olduğu için de artık tedirgin olmaya başlamıştım. Bu dar sokaklarda motorum daha da büyüdü sanki, herkes bakıyordu, bir sürü scooter da olduğu halde onların bir önemi yoktu. İlerledikçe o dar sokaklarda motorum devasal simsiyah bir canavar gibi görünmeye başladı gözümde, sislerimi filan kapatmıştım tabii ki, görünmemeye çalışıyordum, ama o imkansızdı tabii ki. Artık merak etmeye başlamıştım, polis görse ne yapar? “Polis göz yumar mı yoksa kurallar çok mu sıkıdır?” öğrenmek için tezgah açmış bir ablaya sordum “Acaba motosikletlilere bu yasak ne kadar yasak Ablam? Çok mu az mı?” “Çok yasak.” dedi, “Hiç af etmezler ve anında yüklü bir ceza yazıyorlar, hatta her zaman çıkışta ekip arabası durur.” dedi. “Bir o kadar daha yolun var” dedi abla, yani olayın tam ortasındaydım, geri dönsem aynı ileriye gitsem aynı. Bu durumda yoluma devam ettim. Polise söyleyebileceğim açıklamaları hazırlıyordum, ama ceza alırsam ceza cezadır, yapacak bir şey yoktu. Sürüşe yürüme temposunda çok yavaş ve dikkatlice devam ettim, her şey rast gitti, hatta öğretmenevinin tam önüne çıktım bu şekilde. “Verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim” diyememiştim, şimdi bu vesileyle iletmek isterim. Sezonun dışında bir mevsimde geldiğim halde öğretmenevi doluydu. İlk defa “Doluyuz hocam” şeklinde bir cevap almıştım. Neyse, sorun değil, olabilir böyle şeyler, bu durum çözümü olmayan bir sorun değil sonuçta. Hemen yan sokakta birkaç konaklama yeri vardı, önce motorumu nerede güvenli şekilde park edebileceğim bir yere bakındım, ona göre kendime uygun bir konaklama yeri seçecektim. Hava artık tamamen kararmıştı, bir an evvel yerleşmek istiyordum, karanlıkta bilmediğim yerlerde dışarda olmaktan hiç hoşlanmıyorum. Kimsenin yolunu kapatmadan motoru park edebileceğim ve rahatlıkla zincirle de bağlayabileceğim bir trafik lambası dikkatimi çekti. Bodrum gibi yerlerde zincirle bağlamaya gerek yok aslında, ancak İstanbul gibi bir şehirden gelince motoru bağlamadan rahat uyuyamam düşüncesiyle bağlama ihtiyacım vardı. Tam orada çok sevimli ve Bodrum’un has mavi beyaz renkleriyle ve süslemeleriyle hoşuma giden tarzda bir Motel vardı. Adı da “Bodrum Moteli idi. Orayı işleten şeker bir abla vardı, Nuray Abla. Samimi sohbetimizle doğru yere geldiğimi hissettim ve kalmak için kararımı hemen vermiştim. Tek başına motoruyla seyahat eden bir kadın olunca genelde herkes çok yardımsever, candan ve dostça davranıyor. Konaklama fiyatı da uygundu, konfor ve lüks arayışım yoktur, odaya baktım ve tutmuştumBütün gezilerimde çeşit çeşit öğretmenevlerinde kaldığım için her seferinde bambaşka standartlarla karşılaşmaya alışkınım, şaşırma durumlarını çoktan aştım. Bugüne kadar o kadar çok farklı öğretmenevlerinde kaldım ki, sayısını bilmiyorum bile, öğretmenevi müfettişi gibi hissetmeye başladım kendimi artık. Bol para döktürüp en iyi yerlerde de kalabilirim, rahat eder keyif yaparım, ama kesinlikle bu gezimin tadını tamamen bozar, o yüzden tercihim orta hal konaklamalar, bazen orta halden de düşük olur, ama bunu hiçbir zaman problem etmemişimdir. Bazen çok iyi standarda da sahip olur kaldığım öğretmenevi, hiç belli olmuyor, gezime bir nota versin yeter.
“Hayatın içinde zorlukları yaşamak, güzelliklerin kıymetini arttırır.”
Ertesi sabah Nuray Abla’nın kendi ev yapımı reçel çeşitleriyle hayatımda yediğim en zengin reçel çeşidi olan kahvaltıyı ettim, beyaz üzüm reçeli bile vardı. Çok beğendiğim için bana domates reçeli de ikram etti, sanki ailemden birilerini ziyarete gelmiş gibiydim orada. Ah ah, ne güzel insanlar var, gezdikçe güzel anılar biriktirmek çok keyifli. Tek başıma motorumla gezdiğim için ve özellikle olumlu tutumumdan iyi bir iz ve hatıra bırakıyorum. Beni uğurlarken uzun uzun arkamdan baktı, onu aynamdan gözden kayboluncaya kadar izledim.
O sabah aslında Bodrum’dan feribot ile Datça’ya geçmeyi düşünmüştüm, oradan Marmaris’e giderdim. Feribotun sabah kalkış saati 9:30 daydı, ancak o deniz yolculuğunun nerdeyse 2 saat sürdüğünü öğrenince bu fikirden hemen vazgeçtim, o süreyi motor kullanarak değerlendirmek daha işime geliyordu doğrusu. Artık ikinci günümdeydim, ısınma turları bitmişti, gezinin rengi meydana gelmeye başlamıştı. En çok sürüş yapmak istediğim yol Kaş’a giden sahil yoluydu, oralara yaklaşıyor olmak beni heyecanlandırıyordu. Genelde insanlar sevdiği yerlere varmak için yola çıkar, ama motorcunun hayal ettiği yollar vardır. Sevdiğimiz yerler de olsa yollara odaklanırız, “Hangi yoldan gidiyorsun?” sorusu ağırlıktadır. Sırf o yollarda sürüş yapmak için atarız kendimizi dışarlara, bazen bin bir zahmetlere bile katlanırız sırf o sevdiğimiz yolda sürüş yapmak için. Varış yerinin adı lazım değildir gezgin özgür ruhlu motorcular için, yol nereye götürürse…
Sabah kahvaltısından sonra Bodrum caddelerinde ve sokaklarında motor sürdüm, masmavi gökyüzünün rengini aynalarımda görüyordum, Bodrum’a ait has beyaz yapısı beni yine yeniden mest etti. Ayrılmadan önce Gümbet istikametine biraz uzandım, yukarlardan manzaralara bakmak ve etraftan fotoğraf kareleri yakalamak istiyordum. İyi ki feribota binmekten vazgeçmiştim, Bodrum’un ara sokaklarında bu şerbet gibi havada motorla süzülmek çok keyifliydi. Avuç içi kaşıntısı gibi birden artık yoluma devam etmeliyim dedim ve “Bodrum’a hoşça kal” diyerek kıvrımlı yollara kendimi bıraktım. Buralarda kıvrımlı yol hastası olursunuz. Ne güzeldir buranın yolu, hele ki bu güzel deniz manzaralarla beraber sağ sol, sağ sol motoru yatıra yatıra slalom sürüş yapmak. Yolu geri gidip tekrar sürdüm, yolun keyfine doyamıyordum bir türlü. Sırf sürüş çok güzeldi diye geri gidip tekrar gidilir mi? Gidilir. Bodrum’da gezilecek daha çok güzel yerler var, ama zaman az olunca öz bir rota ile gezime devam ettim. Buradan sonrası Fethiye istikametiydi. Köyceğiz, Dalyan, Dalaman gibi bir sürü yeri görmek ve gezmek istiyordum, ancak yolumun üzerinde neler karşıma çıkacağını da pek bilemediğim için ve güzel manzaralar beni hep alıkoyduğu için acaba Fethiye’ye kadar gelebilecek miydim?
Yorumlar
Loading…