Yazar: Esra Kuşcu
Marmaris, Bodrum, Milas, Datça…
Hangi birini diğerinden ayırabilirsiniz
ki. Tarihin mitolojik dokusunu,
Ege denizinin iyotunu, Batı
Anadolu’nun kekik kokan sıcağını
en derinden hissedebileceğiniz bir
bölge Gökova Körfezi. Ne buradan
anlatmakla ne de bir kere gidip
görmekle olur. Ama yine de gelin
atlayın motorunuza, Gökova’nın
virajlarında birlikte yol alalım…
Neden Gökova?
Aylardan Temmuz oldu ve artık iyiden iyiye yazı yaşamaya başladık. Yeni bir Motoron Rota’nın da zamanı gelmişti. Mevsime uygun ve keyifli bir yolculuk çok yerinde olurdu. Düşündük taşındık, Ege’nin Akdeniz’le birleştiği, yeşili, mavisi, kokusuyla her zaman vazgeçilmez tatil beldeleriyle dolu bir bölge olan Gökova Körfezi’ni seçtik.
Motoron’un yeni rotasını gerçekleştirmek de bu kez dergimizin gezi sayfalarından tanıdığınız Veysel Gökhan Bayam’a nasip oldu. Maceracı gezginimiz Veysel Gökhan Bayam, Türkiye’de geçirdiği bu dönemi dergimizin bu sayfalarında yer alacak keyifli bir geziye dönüştürdü ve BMW’nin sağladığı F 800 GS’le İstanbul’dan çıktı yola…
Şimdi gezginimizin kaleminden Gökova’yı okumaya ne dersiniz?
Nasıl?
Öğlene doğru İstinye’den F 800 GS’i aldım ve Yalova feribotuna binmek üzere Eskihisar’a doğru ilerledim. Amacım akşam olmadan İzmir’e ulaşmaktı. Feribot yolculuğu sona erdiğinde, şehiriçi karmaşası da geride kaldı. Rüzgârın ve motorun gücünü doyasıya hissetmeye başlamıştım artık…
Yalova, Bursa, Susurluk, Balıkesir, Akhisar, Manisa ve nihayetinde İzmir olan klasik ana rotayı izleyerek yaklaşık 4 saatlik bir yol katettim. Manisa yakınlarında Sabuncu Beli civarında Türkiye’nin en iyi 10 yol restoranından biri olan Orenay’da Manisa Kebabı yiyerek bu geziyi taçlandırdım. İzmir’de de arkadaşlar eşliğinde içilen bir fincan kahveden sonra size asıl anlatmak istediğim yerleri görmek üzere yeniden yola koyuldum.
Rotanın ilk durağı olarak belirlediğim yer Şirince Köyü’ydü. Selçuk sapağından ayrılarak, aklımda nefis el yapımı meyve şarapları, adı Şirince kendi de şirince olan bu köye ulaştım. Burada benim gibi yola devam etmeyeceklere tavsiyem, şarap butiklerine zaman ayırmaları. Zira zarif sunumlarıyla seçim yapmanıza yardımcı olurken sizi sarhoş edebilirler…
Şirince molasından sonra yeniden yola koyuldum. Söke’ye doğru ilerleyip Kuşadası’ndan geçtim. Söke Ova’sından da “Didim Priene” yazan tabelayı takip ettim. Bu yol sizi, tarihte birçok hikâyeye, külte konu olan, hatta zaman zaman tanrılaştırılan, Menderes nehrinin denize döküldüğü yerde oluşturduğu deltaya götürür. Buraların doğal hayat çeşitliliği oldukça boldur. Eski Doğanbey köyüne girerseniz eğer, milli parkla ilgili bir de tanıtım evi bulabilirsiniz. Burası; kuşlardan sürüngenlere kadar tüm park sakinlerinin tanıtıldığı bir müze gibi adeta. Deltanın kıyısından giden yoldan devam edip kuş gözlem kulelerine çıkabilir ve deltanın dingin yüzlü balıkçılarını seyrederek bu güzel ama saklı doğal yaşam yöresini izleyebilirsiniz. Priene aynı zamanda ünlü şehir planlamacısı Hipodamus’un doğum yeridir. Bir tarih ziyafeti şeklinde geçen bu yol güzergâhında önce tarihteki ilk felsefeci Thales’in memleketi olan Miletos ve en son da ünlü Apollon tapınağı bulunan Didima yer alır. Ve yol aynı zamanda bu yılın hasatını toplayan bir yandan da ekim yapan köylülerle bezeli. Onlarla biraz sohbet edip Söke Ovası’ndan ayrılıyorum…
Altımdaki Motor BMW F 800 GS olunca, yani zevkli kullanımı dışında yakıt tüketimi de bu kadar az olunca ara köylere girip çıkmaya hiç üşenmiyorum. Solumda Bafa Gölü beliriyor. Burası hem doğa hem tarihin birleştiği bir köşe; eskiden Latmos denen bu bölge aslında bir limanmış. Ta ki Menderes nehri taşıdığı alüvyonlarla Söke Ovasını oluşturup burayı bir göl haline getirene ve denizden ayırana kadar…
Burnumda müthiş zeytinyağı kokularıyla göl kenarından ayrılıp buradaki tarihi yerleşimi, Herakliya’yı görmek icin Kapıkiri’ne gidiyorum. Bu iki antik köy birbiri içine girmiş durumda. Dolayısıyla şehrin eski Agorası’nda (Eski Yunancada agora; Pazar yeri demek.) halen köylü kadınların el yazmaları satmakta olduklarını görebilirsiniz.
Eğer motorunuza atladığınızda yolunuz bu güzergâhtan geçiyorsa mutlaka gölde bir yüzme molası vermeli, tapınakları gezmeli ve çevreye müthiş bir görsellik sunan volkanik kaya yapısını (gnayz) mutlaka görmelisiniz. Vakti olanlar burada kamp kurup Beşparmak Dağları’nın zirvesi olan Tekerlek zirveye Kapıkiri köyünden bir rehber edinerek çıkabilirler. Kamp dışında, konaklama için çevrede birçok seçenek mevcut. Benim favorim Olive Natura.
Yolum bundan sonra Milas’tan Bodrum’a uzandı. Akşam yemeği için, kendisi de motorcu olan marinadaki Sünger Pizza’nın sahibi Mustafa Yavaş’a gittim. Biraz motosiklet sohbeti yaptıktan sonra barlar sokağındaki, sahibinden barmenine kadar motorcu olan Kule Bar’daydım ve burada Bodrum’un gece hayatını izledim…
Ertesi sabah ücretini biraz yüksek bulduğum Datça feribotuna binip karşı tarafa geçtim. Feribot sabah 09.30’ da kalkıyor ve yolculuk iki saat sürüyor. Datça’dan önce bu yarımadanın en uç noktası olan Knidos harabelerinden köyleri ve sayısız koylarıyla Akdeniz’le Ege’nin ayrılma noktasında bulunmanın güzelliğini yaşadım. Buradan tekrar geriye Datça’ya, ama Eski Datça’ya girdim. Burası oldukça şirin ve misafirperver ama esnaf tanıtım yetersizliğinden şikâyetçi ve bizleri, buraları pek bilmiyorlar diyor. Burada gecikmiş bir kahvaltı molası veriyorum.
Yarımadanın virajlı yollarında F 800 GS’i kullanmak oldukça keyifliydi. Dönüşlerdeki kabiliyeti bir kez daha kendine hayran bıraktırıyor beni. Marmaris güzergâhına doğru ilerlerken yolda birçok kamping geçtim. Marmaris’e yaklaşık 20 km kala Hisarönü mevkiinden Değirmenyanı Köyü’nden sola sapıp Börtübet Koyu’na (Bu isim “Birdy Bed”, yani kuş yatağından türemiş) doğru devam ettim. Bu yolun sonunda genelde civardakilerin bildiği Amozon denilen ve gerçekten de Amozon’a benzeyen bu koyu görmenizi tavsiye ederim. Burada medeniyetten uzak doğayla başbaşa bir zaman dilimi geçirebilirsiniz. Üstelik motorcu dostu olan bu tesiste (Amazon Club) her türlü konfor da mevcut.
Gökova’ya Akyaka’ya doğru ilerliyorum. Ana yola dönmeden dağ ve orman yolundan devam etmek de mümkün ama yol off-road. Bu sebeple burada yanınızda uygun lastik ve hatta GPS olmasını tavsiye ederim. Böylece Ayin Koyu ve İngiliz Koyu sonrası Karacasöğüt yoluyla da Akyaka’ya ulaşabilirsiniz.
Akyaka, Gökova körfezinin köşesinde yer alan tam bir cennet. Benim de yaşadığım yer burası. Sörfe binmekten tutun da kano ve bisikletle dolaşmaya kadar her türlü aktivite mevcut burada. Balık her zaman taze ve bol! Çarpıcı mimari yapısıyla Idiman’ın kaya mezarları da burada. Ayrılmak zordur ama başarabilirseniz Muğla’ya doğru çıkıp, Sakar Geçidi’nden bu güzel koya, yani Gökova’ya daha tepeden bakmayı ihmal etmeyin.
Dönüş Muğla’dan başlıyor benim için. Yatağan, Aydın, İzmir güzergâhını izleyerek İstanbul’a doğru yol alıyorum. İzmir’den sahil şeridinden devam ettim bu sefer. Aliağa ve Bergama’dan geçtim. Eğer önce Savaştepe’ye oradan da Soma’ya Balıkesir’e saparsanız daha kestirme oluyor Susurluk’tan sonra Bandırma 30 dakika sürüyor ve feribot İstanbul’a 2 saatte ulaşıyor.
5 gün içinde 2000 km yol yapmış olarak turumu tamamlıyorum. BMW F 800 GS’in viraj kabiliyetine, hızlanmasına ve hafifliğine hayran kaldım. Bir sonraki gezi için şimdiden sabırsızlanıyorum…