Yazar: Pervin Ozulu
Keyifli ve heyecanlı olacağı başından belli olan Anadolu turuna 5 kişilik bir motorcu grubunu yolcu etmek ve uğurlamak zordu. Çünkü bir gezgin olarak yolculuğa katılmamak ve gidenleri uğurlamak hiç de kolay değildi. Bana gezi atmosferini yaşatan ve sürüşe katılmadığım halde heyecanlarına beni dahil ettikleri eden söz konusu 5 arkadaşa teşekkür ederek başlayayım.
Motor sezonun yeni başladığı Mart ayında 3 gün ve 2 gece konaklamalı 2.500 km’lik bir gezi planlandı. Güzergah İzmit’den başlayıp Bolu, Ankara, Nevşehir, Kahramanmaraş, Adana, Mersin, Konya, Bilecik üzerinden İzmit’e dönüş olarak belirlenmişti. Gezi öncesindeki ön hazırlıklarının uzaktan takipçisi oldum ve geziden bir gün öncesinde yaptıkları son buluşmalarına ben de katıldım. Pencere kenarına konmuş kuş misali dinleyici olarak oradaydım. Herkesin farklı heyecanları vardı ve bu son hazırlık buluşmasında ekibin gözlerinden yaşadıkları mutluluğu okumak mümkündü. Kendimi tuhaf hissetmedim desem yalan olur. Çünkü yolculuk heyecanını yaşayıp seyahate katılmayan bir gezgin olarak sadece bir dinleyici olmak ilginçti. İlk defa böyle bir tecrübe yaşıyordum, neler hissedeceğimi bilmek istiyor, kendimi de merak ediyordum.
Güzel bir yol yapma fırsatını yakalamak her motor kullanıcısının hayalidir ve tekrar tekrar gezi yapmak hayatının bir parçası halini alır; su içmek yemek yemek gibi. Yolculuk deyince; uçsuz bucaksız yollarda yoruluncaya kadar doğa ile baş başa özgürlüğün tadını çıkartarak seyahat etmek akla gelir. Ayrıca engel tanımaksızın yeni yerleri görmek ve farklı yörenin insanlarını tanımak, farklı yaşam ve kültürü solumaktır. Bu gezginleri böyle bir istek uyandırdı ve yolculuk kararını aldılar.
Gezi için buluşma ve başlangıç noktası olarak Bolu’ya giden Ankara yolu üzerinde İzmit’de bir yer belirlenmişti. 5 motorcuyu yolcu edeceğim o sabah gelmişti nihayet. Uyanır uyanmaz oraya gitmek için yola çıktım, buluşma yerine gelmek üzereyken ilk motor varmıştı bile, belli ki benim gibi erkenci ve tez canlıydı. İlk gelen, çok beğendiğim bir motordu; bir ADV 1200. BMW’nin en yeni ADV’sinden. Tüm endamıyla güneşin doğuşunu arkasına alıp duruyordu karşımda, yola hazırdı. Gezinin başladığı o sabah manzara çok güzeldi, sürüş güneşe doğru olacaktı, yüreğim yollara doğru uzandı gitti. Sabah güneşiyle oluşan dev motorun siluet manzarasına sessizce bakakaldım, gözlerim uzaklarda kayboldu. Bu ADV sürücüsü aslında tek gezen biridir, çok tecrübeli ve yılların motorcusudur. Sakince diğer gezginlerin gelmesini bekledik, gezi öncesi sessizlik tek gezginlerin sesidir. Esas özgürlük yalnızlığın ve sessizliğin içinde saklıdır, macera o özgürlüğün eseridir. Kendi başına yollarda kaybolan gezgin ruhu taşıyan motorcular da bazen kalabalık gezilere katılır, ama sonrasında hemen bir şahin gibi tekrar özgürlüğüne kavuşmak için uçar gider. Çok iyi bilirim o duyguyu…
Buluşma noktasında beklerken tek tek diğer arkadaşlar gelmeye başladı. Onların motorları da güçlü ve güzel modellerdi. Bir Triumph 1200 geldi, birbirinden güzel iki KTM geldi. Biri KTM 1290 diğeri KTM 1050 ve bütün geziyi en ince ayrıntısına kadar organize eden sürücü ise BMW F800 ile geldi. Motorlar yan yana park edildi, bu harikulade manzara güzel bir görsellik oluşturdu. Normalde hep birlikte sürüş yapan esas çekirdek grup ve birbirine alışık olan sadece 3 kişi. Herkes 5 kişi olarak ilk tecrübesini yaşayacaktı, belki daha fazla molalar gerektirecekti, belki başka zorluklar çıkacaktı. Bilinmezlikler olsun zaten, iyidir, enerji katar. Herkes geldiğinde son hazırlıklar ve son konuşmalar yapıldı. Sürücülerden biri bluetouth’ları eşleştirdi. Biri arkadaşının kaskını temizledi ve ayarlama yaptı. Başka biri motoruna yaptığı son kontrolleri anlattı, diğeri de sabahki heyecanından bahsetti. Sanırım tek başıma yola çıkmaya çok alışık olduğumdan bana o sabahki toplanma süreci fazla uzun geldi ama kalabalık olunca elbette böyle oluyor, normali de budur. Aceleye gerek yok. Tek kişi olarak yola çıkınca bu kadar zaman harcamıyorum yolculuk öncesi, bu da tekil geziler için normal. Geziye katılmadığım halde bekledikçe ve konuşmalar uzadıkça sabırsızlanmaya başladım, sanki ben yola çıkıyordum da “Gidelim hadi artık” diyesim vardı. Zamanı değerlendirmek amacıyla bol bol fotoğraf çektim ve sonrasında dayanamadım : “Yol bekliyor, hadi gidin artık!” dedim. Az sonra tek tek motorlarını çalıştırıp tane tane yola çıktıklarında tuhaf bir burukluk yaşadım. Geride kalıp arkadan baka kalmak ne kadar zormuş, içime dert oldu resmen, sonra toparlandım. Motorlar gitti ve ben hala seslerini duyuyordum. Arkalarında su mu dökseydim? Bir deli gezgin olarak yola çıkanları uğurlamak ve geziye gidememek fena dokundu bana, ama işime gitmem gerekiyordu, hayat devam ediyordu. Sonunda gözden kayboldular, ama seslerini duyuyordum hala ve öylesine çok yolu hissettim ki, o gezinin başlama anlardaki heyecanı duydum ve gelen seslerle ben de sürüşe katılmıştım sanki. Yola çıkmış gibi yüzüme vuran soğuk sabah rüzgarını hissettim. Sanki uzun yol rüzgarı yüzüme vuruyordu. Motoru sürerken karşıdan dik gelen güneşten gözler kamaşır ya hani, işte aynen öyle, güneşten gözlerim kamaşıyordu. Kaskın güneşliğini indirip görüşümü düzelttiğimi ve sürüş yaptığımı hissettim, fakat son ses de kaybolunca geziye katılmadığım gerçeğine döndüm. Gittiler sonunda ve artık haberlerini bekleyecektim.
İlk günün planı 650 km’lik bir sürüş ile Ankara üzerinden Nevşehir Avanos’a ulaşmaktı. Bolu yollarındayken keyifli virajlarda süzülerek yolun tadını çıkartmışlar ve dağ manzaralı bir dinlenme tesisinde güzel bir köy kahvaltısı ile ilk enerjilerini depolamışlar. Bu yükseklikten Bolu ormanlarını izlemek, havanın berraklığı, oksijenin zenginliği ve doğanın bin bir çeşit renkleri aç olan gezginleri daha da iştahlı hale getirmiş. Avanos’u gündüz gözüyle görmek için kahvaltı sonrasında vakit kaybetmeden hemen tekrar yola koyulmuşlar. Abant kavşağından otoyola girip, Dörtdivan ve Gölbaşı’nda yakıt takviyesi dışında durmamışlar. Bala, Kaman yolu güzergahında 320 km daha ilerleyip, Kızılırmak nehrinin üzerine bir gerdan gibi uzanmış köprüden geçer geçmez hemen yolun solunda, güzel manzaranın karşısındaki lokantada çay içme bahanesi ile mola vermişler. Kızılırmak suyundan mı bilinmez, ama içtikleri çay bütün yorgunluğu üzerlerinden alıp götürmüş. Avanos’a bir an önce varmak hevesiyle sürüşe kaldıkları yerden devam etmişler. Nevşehir’e vardıklarında Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nın önünde dualar etmişler. Hazır yeri gelmişken belirteyim; Nevşehir’de bulunan Cümle Kapısı, Üçler Çeşmesi, Hazret Avlusu, Aslanlı Çeşme, Aş Evi o dönemi yaşatırcasına ziyaretçilere öğreti olarak sunulan yerlerdir. Gezginler hoşgörü ve kardeşlik duyguları ile ayrılıp yollarına devam etmişler. Doğadaki yapının değişiminden Avanos’a yaklaştıklarını anlamışlar, çünkü çevrede peribacası olacakmış, fakat hala 200 yıla daha ihtiyacı varmış gibi etrafı saran yükseltiler karşılamış onları…
Sabah 07:30’da başlayan ilk günün sürüşü 650 km sonra saat 16:30 sularında konaklayacakları otelin otoparkında son bulmuş. Otele giriş ve bir saatlik mola sonrası bütün yorgunluğu bir kenara bırakıp gün batımını, Avanos’u, Ürgüp’ü görmek için tekrar gezmeye çıkmışlar. Uçsuz bucaksız bu etkileyici coğrafyada ufuk çizgisindeki güneşin kaybolmasını motorlarıyla birlikte hayranlıkla izleyerek ilk güne veda etmişler. Büyüleyici manzara seyrinden sonra 6 saat önce yoldayken sipariş ettikleri testi kebaplarıyla buluşma saatinin geldiğini fark edip biraz gaza yüklenmişler ve tekrar Avanos’a geri dönmüşler. Yemek sonrası Avanos sokaklarında küçük bir yürüyüşte toprağın nasıl sanata dönüştüğüne şahit olmuşlar. Avanos’a doymadan otele geçip, ikinci günün zorlu sürüşü öncesi bir an önce dinlenmeye çekilmişler.
İkinci gün sabahın ilk ışıklarında bütün ekip saat 07:00’de kahvaltı salonunda buluşmuş. Sonrasında Göreme, Ürgüp’ten devam edip Develi, Tufanbeyli yönüne ilerleyerek Gaziantep yoluna doğru gitmişler.Toroslar’dan önce Erciyes ve Hasan Dağı selamlamış onları… Hatta Toroslar’ı geçmenin çetin olduğunun habercisi gibiymiş o dağlar, yolculara “Buradan sonra yola devam etmeyin!” der gibi…
Pidenin farklı tadı ve lezzetli bir et yemeği olan cıvıklı ile meşhur Develi’yi geçtikten sonra Toroslar’a tırmanışları başlamış. Tırmandıkça hızlanmışlar ve bir anda Gezbeli Geçidi’ne varmışlar. Rakımın 1.990 olduğunu gösteren tabelası çıkmış karşılarına… Geçit sonrası yarı asfalt yarı toprak bir yoldan kıvrıla kıvrıla inip “Az soluk alalım.” dedikleri ilk köyde durunca Anadolu insanının sıcak ilgisiyle karşılanmışlar. Bir anda etraflarını 50 ile 90 yaş arası delikanlılar sarmış, gezginlerimizle tanışmak için sıraya girmişler. Her biriyle tek tek tokalaşıp yüzlerindeki tebessümle “Köyümüze hoşgeldiniz” diyorlarmış. Anadolu dağları, ovaları ve insanları gerçekten bir başka oluyor. Çatalçam Köyü’ndeki bu sıcak karşılamadan sonra köylüler gezginlerimize Develi’de tatmadıkları cıvıklı ile öğle yemeği ikramında bulunmuşlar ve öyle doyurulmuşlar ki, Kahramanmaraş’a kadar durmadan gidebilecek hale gelmişler.
Çatalçam’dan ayrıldıktan sonra inişli çıkışlı güzel virajlarla dolu Tufanbeyli’ye varmışlar. Burayı geçtikten sonra 20-25 km kadar toprak ve biraz bozuk bir parkurdan sonra Kayseri-Kahramanmaraş yolundan devam etmişler. Günün ilerleyen saatlerinde gördükleri manzara 5 gezgini çok etkilemiş, gökyüzünün mavisi ile toprağın yeşil halini zirvelerdeki karla kaplı dağlar ayırıyormuş. Manzaranın büyüsü ile Maraş’a nasıl vardıklarını anlayamamışlar bile. Oraya kadar gidip dondurma yemeden geçmek olmaz elbette. Bu keyifli ve lezzetli moladan sonra çok vakit kaybetmeden Gaziantep’e doğru yola devam etmişler. Gölbaşı’ndan sonra uzun süre, onlardan başka hiçbir motorlu taşıtın neredeyse olmadığı yollardan ilerlemişler. Bu sessizliğin ve tenhalığın ardından Antep yolundaki trafik yoğunluğu çok keyif vermemiş de olsa “Bu da bu işin bir parçası…” deyip sıkıntı etmemişler. Bu arada belirtmek isterim ki, bu 5 sürücü daha önce birlikte yolculuk yapmadıkları halde çok dostça ve güzel bir uyum yakalamışlar. Bundan dolayı herkes manzara ve geziye odaklanabilmiş ve keyfini çıkartmış. İkinci gününün geç saatlerinde, akşam siyahlara büründükten sonra otele giriş yapmışlar. Kısa bir soluklanma sonrası ekip tekrar toplanmış ve Antep’e gelen herkesin mutlaka uğradığı, meşhur kebapçılardan birine gitmişler.
Üçüncü günün kalk borusu ilk iki güne göre biraz daha geç çalmış. Bütün ekip sabah saat 10:00 gibi kahvaltısını yapmış ve lobide günün planını gözden geçirmiş. Plana göre önce otoyola çıkıp Nur Dağı üzerinden Adana’ya ve oradan Mersin’e gidilecekti. Mut yolunu kullanarak konaklayacakları Konya’ya varmak planın içinde yer alıyordu. Mersin ve Mut arasındaki mesafeyi özellikle gündüz geçip, orman yolunun kıvrımlarından sonra Akdeniz’e siper olmuş Toroslar’ı aşmak istiyorlardı. Anadolu’ya veda etme zamanı yaklaşıyordu. Üçüncü günün yolculuğu planlandığı gibi başlamış, ancak Adana’da biraz uzun bir yemek molasının sonrası takıldıkları Mersin şehir trafiği, planı sarkıtmaya başlamış.
Mut yolunu gündüz geçmeyi planladıkları halde gün battıktan sonra geçebilmişler. Karanlığın çöktüğü o saatlerde bu ilginç yolda sürüş yapmak heyecan verici olmalı. Zorluklara rağmen sürüş zevki yüksek bir yolculuk olmuş. Mut sonrası gezginlere ilk selam veren sert esen ova rüzgarı olmuş. Düz çizgi gibi, hatta gerilmiş dümdüz bir ip gibi ilerleyen yolda dikkatlerini toplamaya bu rüzgar yardım etmiş. Gece yarısı Konya ovasından geçip şehrin içlerine doğru ilerleyip günün bütün yorgunluğuyla otele varmışlar. Otele geldiklerinde havanın karanlığından çevredeki manzarayı fark edemedikleri için sabahın aydınlık halinde manzarayı görünce çok şaşırmışlar ve tıpkı bir tuale bakar gibi baka kalmışlar. Yıllarca Anadolu Türk medeniyetine başkentlik yapmış bir şehirdir Konya.
Mevlana’ya ve şehre olan saygılarını otele yürüme mesafesindeki türbeyi ziyaret ederek göstermeyi plana dahil etmişler. Konya’nın huzur veren mistik havasından doya doya soluduktan sonra dönüş yoluna başlamışlar. Eskişehir, Bilecik, Pamukova ve Sakarya yollarını takip ederek turlarını tamamlamışlar. Bir sonraki gezilerinin hayalleriyle ve bütün sürüşlerinin bu şekilde keyifli geçmesi temennisi ile evlerine varmışlar. Dönüşlerini merakla bekleyen aile fertleri ve dostları ile kavuşmalar da gezinin sonunda farklı bir renktir daima. Güzel bir yemeğin ardından yenen tatlı gibi diyebiliriz. Yaşananları anlatmak, paylaşmak ve meraklı soruları cevaplandırmak ayrı bir güzelliktir. Bizlerin anlatacağı gezi maceraları asla tükenmez. İki teker ile gezi yapmak öyle bir ayrıcalıktır ki, motorcu olmayanlar bile büyük bir merakla dinler. Gezinin üzerinden zaman geçse bile hiçbir anı zaman aşımına uğramaz, yolculuk bitmiş de olsa dillerden düşmeyen hatıralarla süslüdür artık yaşamımızın geri kalanı ve yeni hatıralar biriktirmek istercesine tekrar gezilere çıkılır. Bu gezide sadece bir dinleyici olmak bile bana farklı bir tecrübe kazandırdı.
Motorculuk ruhu sadece sürüş yapmak değilmiş, sürüş yapmadan da hissetmek ve yaşayabilmekmiş.?