Yazar: Pervin Ozulu
Nerede olursak olalım yakın çevremizde bile bu güzel topraklarımızda çok gezilecek ve görülecek yerlerimiz var.
Fırsat bulduğumda yakınlarda da olsa doğa yerlerine gidiyorum, köy yolları ve doğa olsun bu bana yeter. En sevdiğim gezi tarzı uzun yolculuklardır, ama ne yazık ki zaman az oluyor ve fazla vakit ayıramıyorum. Hatta gezi öyle uzun olacak ki, evini özleyeceksin, kokusunu ve dokusunu özleyeceksin, hasret kalacaksın. Döndüğünde o tatlı yol yorgunluğu olacak, günlerdir, haftalardır yolda olmanın yol yorgunluğu. Kollar, bacaklar ve ellerimiz motosikletin bir uzantısı gibi bütünleşmiştir artık, sürüş yapmayıp durunca dünya artık dönmüyor gibi hissederiz. Bir an önce tekrar marşa basıp devam etme arzusu tüm geziye liderlik yapar. Rüzgarla adeta bütünleşmiş oluyor insan, sanki onsuz hayat yokmuş gibi, o artık nefesimiz olmuştur. Günün sonunda varılan tesiste konakladığımızda bir an önce sabah olsun ve yola devam etmeye odaklanmış şekilde uykuya dalarız. Sabahki kahvaltı bile sürüşün ve gezinin devamıdır, kuru ekmek zeytin de olsa çok lezzetlidir. Sonra motora binip yola devam etmek bir sanat eserinin devamını yaratmaya benzer.
Gezinin devamı, sanatın devamı, cesaretin devamı, maceranın ve yaşamın devamıdır. Böyle hisseden sürücü transa geçmiş gibidir, zamanı olsa dünyayı dolanır döner tekrar dolanır, yol yetmedi der yine bir yerlere gider. Bunun gibi sürücüler sadece tankını benzin ile doldurmuyor, her yeni yolculukta ruhuna, kişiliğine ve yaşantısına değer ilave ediyor, yaşam ve öyküler ekliyor. Yolculuk onun evi gibidir, o bir doğa insanıdır, yaprakların renkleriyle mutlu olur, su sesinde huzuru yakalar. Doğa onun sağlık ve ilham kaynağıdır. Yolculuğa uzun ara veremezler, verdiklerinde davranışları bozulur.
Annemin bana söylediklerinden biliyorum, biraz sürüşe ara verdiğimde “Kızım, senin motor kullanma zamanın gelmiş” der. O teşhisi İlk defa koyduğunda şok olmuştum, mutsuz mu görünüyordum, sessiz miydim bilemiyorum, ama annem direkt o yorumu yapmıştı: “Kızım senin yola çıkma zamanın gelmiş.” Sadece sürüş değildir beni etkileyen, gezi esnasında özellikle büyüklerimizle, köylü insanlarla sohbet etmek çok anlamlıdır benim için. Onların hayatı bir yolculuktur aslında, hiçbir zaman gidemeyeceğimiz yollardan geçmişlerdir, o yollar geçmişe aittir, öykü ve tecrübe doludurlar. Bazen öyle birilerine denk gelmek için yola çıktığım olur.
“Merhaba, nasılsın Teyzeciğim, Nasılsın Amcacığım?” demek için. “Kızım nereden geliyorsun?” der, ben de “İstanbul’dan geldim” dediğimde bir seferinde amcanın gözleri dolmuştu, evlat hasreti ile “Benim oğlum da İstanbul’da” dedi. Hiç unutmam, sanki oğlundan selam getirmiş gibi hissetti ve beni çok yakını gibi gördü. Halbuki ne oğlunu tanıyorum ne amcayı, oradan gelmiş olmam yeterliydi.
Köylüler temiz yüreklidirler, içi dışı birdir. Şüphe etmezsiniz, söylediklerini dinlemek bile onları mutlu eder. İkram ettikleri çayı da içerseniz daha da keyiflenirler. Bozulmuş dünyamızda böyle ufak güzellikleri yakalamak benim için hazine bulmuş kadar kıymetlidir. Amca anlatmaya başladı, çok mutluydu, bu tarz mutlulukları ne para pul verebilir ne de başka bir şey. Onu keyiflenmiş görmek beni de sevindirmişti. Özellikle motorcu bir gezgin olarak ona zaman ayırmış olmam onun için çok değerliydi. Motorcuları her yerde çok seviyorlar, sayısız anılarım vardır. Sevmekten de ötedir, taktirle ve hayranlıkla bakarlar.
Ulaşılamayan birisinizdir onlar için, aralarına karışınca ve selamı esirgemeyince çok memnun olurlar. Bazen çok çekinirler, korkarlar ve uzak durmak ister gibi davranırlar, ama anlayışlı olmak gerek, çünkü bazısı daha önce henüz hiç motorcu bile görmemiştir, ondan. Hele bir selam verin, “Kolay gelsin Teyzeciğim” deyin…oy oy oy.. sonrası malum, ipler çözülür. Hele bir de ben yabancı gibi görünüyorum, zaten o durum ayrı bir çekinme faktörü oluyor. Ortamın sessizleştiğini, yabancı biri geldi diye herkesin birden sustuğunu da yaşadım, çekiniyorlar çünkü gerçekten. Motorla biri gelince soru işareti gibi olan yüz ifadeleri hep ilgimi çekmiştir. Çay bardaklarındaki kaşıkla şekeri karıştırma sesi bile kaybolmuştu bir keresinde. “Bir çay lütfen” dediğimde şangır şangır çay karıştırma sesler devam etmeye başlamıştı ve ortam normale dönmüştü. Çocuğu İstanbul ‘da olan amca bana ailesinden evinden bağı bahçesinden bahsetti, dinledim. Tarlalarda çalışmaktan yorgun bedeni ve yaşlanmış yüzü gülüyordu.
Yoluma devam etmek veda gibiydi, köylüler tarafından iyi dileklerle yolcu edildim. Kaskı takarken, eldivenleri giyinirken kısaca tüm hazırlıklarımı sessizce izlediler. Kimse isimleri sormadı, kimseyi bir daha görmedim, isimsiz bir hatıra. Gezimin bir parçası olmuştu, onlar da ben de bir yaşanmışlık daha biriktirmiştik, yoluma devam ettiğimde o anlar bile artık geçmişte kalıverdi. Bu anı isimsiz bir hatıra da olsa, şu an bunları burada paylaşmak herkese ufak da olsa bir şeyler katacağından eminim. Sürüşlerimde yaşadıklarım çoğaldıkça kullandığım motorun o derecede hayatımdaki anlamı derinleşir. 2 yıldır kullandığım motorumdan çok memnunum. Diversion XJ6 mükemmel bir seçim olmuş, her yerde ve her şartlarda güvenilirliğinden ve performansından hiç eksilme veya memnuniyetsizlik olmadı. O amcayla bu ufak sohbet gibi günübirlik Akyazı gezimde de köylü bir teyze ile tanışmak nasip oldu. O gün motorun bakımı için yeni bir servise gitmiştim, yağ değişim zamanı gelmişti.
Artık İstanbul’da olmadığım için Kocaeli ’de bakımlarımı yaptırmaya başladım. Taşınmadan çok öncesinden de buralara alışkın olduğum için hiç yabancılık çekmedim. İstanbul ’dan ayrılmak ve buraya yerleşmek benim için en doğru karardı. Kalabalık şehir insanı hiçbir zaman olmamıştım, olmak da istemem. Ama itiraf etmeliyim ki, İstanbul ‘dan bir gezi için yola çıktığımda her şehir çıkışım keyif yaşatırdı bana, otoyolda sol şeride bağlanıp hızlıca akıp giderken Kocaeli il sınırına girdiğimde ya da Tekirdağ il sınırına girdiğimde çok farklı bir keyif yaşardım. Şu an bunlara hiç gerek bile kalmadan yakınlarda bile istediğim gibi parkurları bulabiliyorum. Bu İzmit – Akyazı gezim bile git gel sadece 200 km. Yoğun hayat temposunda az zamanda güzel yol yapmak çok yararlı.
O gün serviste motorumun bakımı tam yapıldı, yeni yağ ve filtresi ve yeni hava filtrem oldu. Arka lastiğim azar azar iniyordu son zamanlarda, şişirip duruyordum. Lastikte çivi olabilir diye lastiklerimi kontrol ettirdim. Evet, hain çivi bulunmuştu. Arka lastiğe ufak bir çivi saplanmış. En ilginç olay da, bu çivi bütün motorculuk hayatımdaki ilk çivimdi. Toplamda bugüne kadar kaç km yaptığımı hesap etmezdim hiç, ta ki aşağı yukarı 3 yıl önce birisi bana bunu sorduğunda cevap verememiştim ve ilk defa hesap etmek durumunda kalmıştım. Bütün motorculuk hayatımda toplamda kaç km yaptığımı öğrenmek için geçmişe dönüp gezilerimi ve sürüşlerimin km lerini buldum. Çok yüksek bir sayı çıkınca tekrar toplama ve sağlama yaptım, ancak her seferinde 250 bin km yi geçtiğim sonuç çıkıyordu. Kendim bile inanamamıştım.
İlk defa o zaman hesap etmiştim ve o günden sonra da hala km takibi yapmıyorum. Bu rakamı bilmek bile yeter. Az buz değil, bu ciddi bir km dir ve daha fazlasını takip edip bilmek tecrübemi ya da motorculuk hayatımın zirvesini daha da çok belirlemez. Hırslı değilimdir, güzellikleri severim ve tecrübelerimle yol yapmak keyif veriyor, yılların motorcusu olmak gurur kaynağıdır bizim gibiler için. Bu çivi ilk çivim olduğu için onu elbette sakladım. İnşaat alanlara yakın yollardan geçince yavaşlarım ve yerleri radar gibi tararım, hatta mümkünse yolumu dahi değiştiririm. Tabii ki çivi her yerde olabilir, ama öyle kritik yerlere özel muamele şart bence. Çivinin bulunma riski yüksek yerlerden kaçınmak lazım. Ne kadar tedbir o kadar başarı.
Totalde 300 km yi geçmiş miyimdir kim bilir, hesap etmicem artık, ama bunca km’lerimden sonra tek bir çivi bence iyi bir sonuç. Genelde arka lastiğe girer, önce ön lastik ile yerde yatan bir çivinin üzerinden geçtiğinizde o çivi kaldırma kuvvetiyle havalanır ve arka lastiğe tuzak hazırlanmış gibi saplanır. Lastik tamirinde usta fitil kullanmadı, içten kaliteli ve sağlam bir yama yaptı. Ayrıca lastikleri çok daha kolay şişirmek için yeni eğri lastik sibopları taktırdım.
Çok başarılı ve akıllıca bir seçim oldu, eğri siboplar çok kullanışlı. Tamir edilmiş lastikle yol tutuşunu görmek şart olmuştu ve bir sürüş bahanesi çıkmıştı ortaya. Yola çıktığımda seyir esnasında hiçbir balans sorunu yaşamadım, başarılı bir tamirat olmuştu. On üzerinden on diyorum, çok memnun kaldım, ne bir yol tutuş problemi var ne bir kalite eksilmesi var. Ne olursa olsun, hep bir şey yol bahanesi oluveriyor işte, motoru temizleyip cilaladığım zaman bile “Evet, yola çıkmam lazım” diyorum. Servisten çıktığımda öğleden sonrasıydı, günler kısa, dümdüz Adapazarı Düzce yolundan devam ettim, etrafta ara ara binalar, tarlalar, bazen bir büfe ve bolca trafik ışıkları vardı. Motor şahaneydi, hatta uzun yol yapabilecek kadar her şey şahaneydi, ama tek uymayan şey işler güçler ve az zaman.
Gözüme kestirdiğim bir yerden girip yeni bir yol bulma ufak bir gezi umudum vardı. Cengiz Topaloğlu havaalanını geçtikten sonra göl seyir zamanı gelmişti, çünkü bu yol Sapanca Gölün kenarından geçiyor. Yeni Eşme tarafı yani göl sahili çok nefistir. Göl manzarası bir kere cepteydi, seyrede seyrede devam ettim. Bu yolda trafik hemen hemen hep çok az olur, keyifle süzülerek sürüş imkanı veriyor. Gölün bittiği yerdeki manzaraya da hastayım, azıcık birazcık Dalyan İztuzu sahiline çağrıştırır bana. Serdivan mevkisini de geçtikten sonra korkmaya başladım, yolculuğuma hedef koymadığım için ve hiçbir yolun sonu da olmadığı için bulunduğum yol Düzce-Bolu derken Ankara’ya kadar devam etmekten kendimden korktum. Gitmemeliydim, gezi için yola çıkmamıştım, turlayıp evime dönmek istiyordum sadece.
Işıklarda durduğumda sağ sapan bir yol dikkatimi çekti, oradan hiç geçmemiştim, yol sanki daralıp köylerin olduğu sakin ve daha da doğal bölgelere götürüyor gibi geldi bana. Görelim bakalım nasıl bir yolmuş dedim ve sağa saptım. Düzce’ye daha gelmeden bu yoldan Akyazı istikametine girdim. Bu güzergah hoşuma giden tarzdaydı, çünkü değişik şeyler görüyordum. Yol kenarında daha önce hiç rastlamadığım tarzda eski toprak yapılar vardı. Evin altı tünel gibiydi, bir geçit vardı, sanki ters bir U harfin üzerine konulmuş bir ev. Maalesef fotoğraf çekmemişim hiç. O ilginç toprak evler bir tane de değildi, her çiftlik veya bir ailenin yaşadığı yerde öyle bir eski yapı gördüm. Tarlalarda toplanan hasatları indirme yeri miydi neydi anlayamadım.
Bu tarzı bu bölgede hiç görmemiştim, bunlar Karadeniz bölgesindeki Naila’lar gibi değildi. Mevsim gereği bugün biraz soğuk bir gündü belki ondan dolayı pek kimse yoktu, evleri soramadım. Sürüş yapma günüydü, durmadım da pek. Sonra ara ara durmaya başladım ve fotoğraf çektim. Manzarasını veya ortamını beğendiğim yerden geçince birden o an oracıkta durmayı seviyorum. Tabii ki yol durumuna göre ve tehlike yaratmayacak şekilde durmak çok önemli. Onun dışında özgürce ansızın bir anda plansız durduğumda hayatın akışı o an değişiveriyor, o bile özgürlüğü temsil ediyor. Yola devam ettiğimde az ileride ilginç bir yol ayırıma denk geldim, belli ki asfalttan çıkarsam o diğer yol daralıp toprak yol olacak, oraya girmemek ayıp olur dedim, asfalt yoldan ayrıldım. Sürüşümün ta ilk başında geniş ferah bir otoyoldaydım, sonra bir ara yola saptım ve köy kokusunu alınca sürüşüm daha da renklenmişti, asfalt ile başladığım gezi yolum toprak oldu ve daralmaya ve bozulmaya başladı.
Belki haritada olmayan bozuk bir toprak yoldaydım artık, gittikçe yeryüzünden kaybolmaya gidiyordum sanki. Böylesini seviyorum, delilik de var sanırım biraz ama az biraz herkese yakışır, olması da gerekiyor bence. Daha Akyazı ‘ya bile varmamıştım, zaten yoldan saptığım için oraya ulaşmam şu an olanaksızdı. Buralar Sakarya ili içerisinde bulunmaktadır, zengin bir tarihi geçmişi vardır. MÖ bile burada çok farklı topluluklar yaşamış. Akyazı’ya sadece 8 km mesafede Kuzuluk kaplıcaları bulunmaktadır. 80 derecelik sıcak suyu romatizma, siyatik ve eklem ağırlarına iyi gelmekte olduğu kabul edilmiş. Hep dediğim gibi, nimet dolu bir ülkemiz var, gez gez bitmez. Girdiğim yolu sevdim, ancak sanki bir çıkmaz gibi göründü.
Tahmin ettiğim gibi, yolun sonunu hissetmiş gibiydim ve yol iyice yeryüzünden silinmeye başlarken bir köy evine denk geldim, yolun devamı ileride yok oluyor ve tam cross için ideal bir zemin başlıyordu, ormanlık vardı sonrasında. Yolun bittiği yere yakın o köy evin önünde durdum, marşı kapatıp motordan indim. Misler gibi bir hava vardı, güneş çıkmıştı, hava tatlı tatlı ılınmıştı hatta. Göklere doğru uzanan ince uzun sivri kavak ağaçların tepelerini görmeye çalışırken küme küme kuş sürülerini gördüm. En önde bir lider, yolu belirleyen vardı. Sağında ve solunda bir sürü kuş birleşip kümenin ucunu oluşturmuşlardı. Tüm kuşlar aynı hızda ve bire bir aynı yönde topluca ve kenetlenmiş uçuyorlardı. Hayran olmamak elde değil. Motorla önünde durduğum köy evin bahçe kısmında yere çömelmiş bir abla vardı, yer bezi üzerine yaymış olduğu onlarca mısır koçanlarını ayıklıyordu. “Kolay gelsin Ablam” dedim. “Sağolasın, buyur gel” dedi.
Köy muhabbetlerine ve köy insanına iyice alıştım artık, hiç ikinci bir davet beklemeden kabul eder oldum. Çekinecek bir durum da yoktu ortada. Sanırım bu gezi bir iki laf yakalama gezisiydi. Bir sohbet gibi bir sürpriz olsun gezimin içinde istedim, o da burada denk geldi. Yerdeki bir sürü mısır koçanlarından mısır tanelerini tek tek ayıklıyordu, sonra hepsi öğütülecek ve tavuklarına yem olarakmış. Bana bir minik oturak verdi, kaskımı koyacak yer bulamayınca yere mısırların arasına koydum. Bir horoz çıktı bir yerden, bana baktı, hızlıca koşa koşa yanıma gelince ablam beni uyardı “Aman dikkat et, o fena kıskançtır, mısırı da çok sever, elinden besleyebilirsin.” Hem kıskançtır hem de elinle besle dedi, nasıl olacak bu iş? Yüzlerce mısır tanelerine hiç bakmadan direkt benim yanıma geldi, misafirperverlik miydi bu yoksa bana hücum mu ediyordu bilemedim.
Sanki az önce kızgın ve koşa koşa üzerime gelmemiş gibi birden sakince koçanları tırtıklamaya başladı. “Az sonra bir sürü yavru geldi, mısırları yiyip durdular. Abla illaki bana bir şeyler ikram etmek istedi, kalkıp mutfağa koştu. “Ne olur zahmet etme, işine gücüne ara verme, üzülürüm bak, gidiyorum zaten az sonra, gel dön” dediysem de nafile… Sevinçle evin içinde kaybolmuştu bile. Bir tepsi dolusu yiyeceklerle geri geldi. Bahçesinden bir armut vardı, daha önce hiç görmediğim bir armuttu, çocukları çok sevdiği için daha yeni yaptığı aşureden koca bir tabak dolusu getirdi, hala ılıktı.
Tepsiyi kucağıma aldım, salaş bir ortamdaydım mısırların içinde ve yanı başımda dizimin dibinde tavukların gezdiği yerdeydim. Motorum Kara şimşek gibi yola çıkmaya bekleyen bir savaşçı edasıyla karşımda duruyordu, beni bekleyen siyah atım gibi. Ablanın ufak oğlu ve arkadaşı geldi yanımıza, bisikletiyle geziyordu. Motorun altını üstünü her yerini incelediler. Abla ekmek almasını istedi, oğlu tamam dediyse de bir türlü gidemiyordu. Bana sorular sormakla ve motora bakmakla aklı iyice dağılmıştı. Sordukları ilk şeyler arasında sürat oldu. En hızlı sürati nedir diye merak ettiler.
Km konusunda fikir yürütemeyeceklerini tahmin ettiğim için eğlenceli cevaplar verdim, “Sen beni bisikletinle geçersin ki” dedim, hoşuna gitti ve tebessüm etti. Israrla öğrenmek isteyince söyledim. “220 km hız yapıyor” dedim, ama tahmin ettiğim gibi çocukların kafalarında hiç bir şey canlanmadı, cevap havada kalmıştı. Bu ortamdayken iş güç ve rutin meşguliyetlerin hepsi kafamdan silinmişti. Ablayla sohbet edip durduk, birçok konu paylaştık. Hiç daha önce şehir hayatı görmemiş, hep bu köy evinde ve hep el emeği ve geçinme derdi ile yaşamı sürmüş. O da motorculuğumu çok merak etti, anlatmamı istedi. Başka hayatlara hiç özentisi yoktu, saygı duydum. Kendi yaşantısını seviyordu, aydın bir kadındı. Sonra 34 plakalı lüks bir araba geldi, park etti. İlk başta kimse inmedi, uzun süre motoruma baktılar. Sonra bir kadın indi, meğer abla köy sütü satıyormuş, bir bidon süt aldılar.
Arabadan iki kişi daha indi, fakat süt için inmediler, benimle konuşmak için indiler. Ben tavuklarla ilgileniyordum, bazen ben epeyce ters olurum, hem seçiciliğimden hem de sessiz kalma hakkımı kullanmak istediğimden. Bilmezsiniz hiç bu huyumu, pek bahsetmemişimdir bu güne kadar. Soğuk ve ters olmayı bazen acaip seviyorum ve gerektiğinde öyle olmak çok iyidir bence. O insanlar kesinlikle hiçbir kaba ya da kötü bir şey yapmadı, bu sadece içimden gelen tavrımdı. Bütün gezilerimde insanlar konusunda çok fazla seçiciyim ve dikkatliyimdir.
Şen sohbet eden biri de olsam, kesinlikle herkese sohbete açık değilimdir. Tek başıma gezilerimde ve motorsuz yürüyüşlerimde bile çevrede kimler var diye sürekli gözlem halindeyimdir, kontrol mekanizmasıdır ve suratsızlık güzel bir koruma kalkanıdır. Yüzüm genelde serttir, doğal tarzım bu benim. Ablayı gördüğümde o bana “olumlu” hisler vermişti, ilk cümleler hatta bazen sadece mimikler başlangıcı ya da sonu oluşturur. Güler yüzümü ve şen sohbetimi ablaya esirgemedim. O insanlar gittikten sonra ben abla ile oturmaya devam ettim, hem araya zaman da sokmuş oldum böylece. Sonra daha da fazla vaktini almayayım ve işlerine engel olmak istemediğim için toparlanmaya başladım. Misafirperverliğine teşekkür ettim ve kara şimşeği çalıştırdım.
Günler kısa olduğundan hava da kararmaya başlıyordu. Güneşin batışı o akşam çok güzeldi. Bu gezi bir tanışma ve aşure yeme gezisi oldu. Abla annemle adaştı, eve dönerken anneme de uğradım. İlk ona anlattım bugünkü gezimi, yıllardır gezilerimi ve motor hikayelerimi dinler ve aralıksız dergide çıkan her yazımı okur. Dergiyi her getirdiğimde masaya koyarım, az sonra bakarım yok olmuştur, alıp hemen dolabına saklar. Diğer ay yeni dergi getirdiğimde yine masaya koyarım, bir ara gelir alır onu ve dolabına götürür hemen. Kardeşim o ara getirdiğim dergiyi okumak ister ve her yerde arar durur.
Bana da herkesin ayrı ayrı hallerini eğlenerek izlemek kalır. Yerim ben sizi, iyi ki varsınız. Size sözüm de var, daima çok dikkatli olacağım sözü vermiştim anneme. Tüm motorcuların bu sözü vermiş olmasını diliyorum, sevdiklerinize karşı sorumluluklarımız var, kendinize çok daha fazla dikkat etmelisiniz. Evime vardığımda çektiğim fotoğraflarıma baktım, gezi bitmemişti sanki hala ve motorumdan muhteşem bir silüet manzarası yakaladığımı görünce bugünden aldığım keyif daha da büyümüştü. Gezilerimizin hiçbiri bitmez, ölümsüzdür onlar ve her birinin yeri ayrıdır. Hatıralarla ve fotoğraflarla bizimle yaşarlar. Hadi, yeni anılar biriktirmeye yollara çıkalım…