Yazar: Pervin Ozulu
Günübirlik 800 km yol yaptığım İstanbul – Harmankaya Kanyon keşif gezim kısa metrajlı bir film gibi geçti.
Tabiat Parkı olan Harmankaya Kanyonu doğaseverler için ve en başta kamp tutkunları için mükemmel bir yer. Buz gibi suyun içinde kanyon keşfi ve şelalesini görmek keyiflidir. Tırmanış ve yürüyüş severler için tavsiye edebileceğim yerlerden biridir. Cuma akşamından çıkıp, 2 gece kamp kurup Cumartesi tüm gün tracking ile geçirip, Pazar dönüş olmak üzere doğa içinde bir hafta sonu geçirebilirsiniz.
Ne zaman Bilecik otoyolundan geçsem şu sarı “Harmankaya Kanyonu” tabelasını görürüm ve her seferinde pas geçtiğimde “En yakında sana da ziyarete geleceğim” diyorum. Trafik levhasıyla konuşuyor olmam umarım tuhaf bir durum değildir. Aslında o kanyon ile konuşuyordum, ama bu da daha normal sayılmaz sanırım. Kanyon yakın çevremde olduğundan henüz gidemedim. Bilirsiniz, en sevdiğim gezi tarzı uzun yolculuklardır, motorla uzun soluklu sürüşlerde yağmuru güneşi soğu sıcağı hepsini uzun süre iç içe yaşayarak bütünleşmeyi severim. Ama şu sıralar pek uzun gezilere çıkmaya vaktim olmuyor. Kısa da olsa yine harika yerler bulabiliyorum, ülkemi çok seviyorum, her yerde bir güzellik var, bu da bana yetiyor.
Günübirlik Harmankaya Köyüne gidip keşif yapıp döneyim dedim. Bu yer Bilecik İl sınırlarındadır. Bitmek bilmeyen işlerimden dolayı öğleni çoktan geçmişti, İstanbul’dan o saatte kanyona gitmek aslında çılgınlıktı. Yan yol, ara yollar ve değişik yerlere daldığımı hesap ederek git gel 800 km ye yakın bir yolculuk için öğleden sonra yola çıkmak ne kadar doğruydu emin değilim hala. Rahat rahat parkı gezemeyeceğimi bile bile yola çıktım, ama kafaya takılmıştı bir kere, ya gideceğim ya gideceğim durumdaydım. İzmit’e doğru otoyoldan çabucak gittim, sonra Adapazarı Bilecik yeni otoyoluna bağlandım.
Bu yeni otoyol yokken eski Bilecik yolu kullanılıyordu, bilenler iyi bilir, Türkiye’nin en tehlikeli yollarından biriydi, kazaların çok olduğu, iklimin getirdiği zorluklar ve tek gidiş geliş rampalı ve virajlı yolu daha da zorlaştıran kamyonların çokluğu idi. Sollamak mümkün olmadığında her kamyonun arkasında konvoy birikirdi. Onun için bu yol tehlikeleriyle meşhurdu.
O eski korkulu yola göre yeni Bilecik otoyol her açıdan çok güvenli. İstanbul’dan çıktıktan sonra hiç mola yapmamıştım, iki saatten fazla motor sürdüm ve ilk durduğumda su içip biraz fotoğraf çekmeye başladım. Fakat vaktim dardı, dönüşüm karanlığa kalacaktı zaten, orası kesindi. Zaman kazanmak için yolda sık sık durup fotoğraf çekmemeye çalışmalıydım. Eğer kanyonu gezmek yerine Bilecik merkezine gitmek isterseniz Vezirhan’dan sonra eski Bilecik asfaltına girip Bilecik’in şehir merkezine geçebilirsiniz. Osmanlı’nın manevi lideri olan Şeyh Edebalı’nın Türbesi buradadır.
Türbe ziyaretçileri ağırlarken tam yanında yörük çadırları vardır. Orada pişirilen tazecik gözlemeler tam bir şaheseridir. Mutlaka ve mutlaka yiyiniz, lezzeti damağımda kaldı hala. Sırf o gözlemeler için tekrar gideceğim. Bilecik tarihi değeri nedeniyle kesinlikle ziyaret ve gezilmesi gereken en önemli illerimizden birisidir. 3 kıtaya hükmeden Osmanlı Devletinin kurulduğu topraklar bu topraklardır, Bilecik şehridir. Merkezi gezdikten sonra yola devam ederek Küplü’den tekrar otoyola girebilirsiniz. Sonrasında yolun devamında Bozüyük, sonra Eskişehir gelir.
Ancak Kanyona gitmek için Bilecik’e gelmeden önce Harmankaya Kanyonu tabelasında otoyoldan çıkmak gerek, çıkıştan sonra bir saatlik yol ile Tabiat Parkına gidiliyor. Tabii ki benim gibi bir keçi sürüsü görüp veya bir güzel ağaç veya manzara görüp sürekli durmazsanız bir saatte tabiat parkına varmış olursunuz. Hala ben otoyoldayken sürüşüm yavaşladı, manzaralar gittikçe güzelleşiyordu. Bu otoyolu ne kadar çok da kullanmış olsam her seferinde yol kenarında dimdik yükselen kayaları görünce seyretmeye başlıyorum, hoşuma gidiyor ne yapabilirim ki. Hızlı tren yolu da görünüyordu, tüneller ve raylar. Etrafı incelemek ve seyretmek gezinin bir parçasıdır bence. Etrafa baka baka ilerlerken sarı levha “Harmankaya Kanyonu” yazdı ve bu sefer o levhadan sapıp girdim ya, mest olmuştum.
Bu sefer teğet geçmediğim için sanki sonunda sözümü yerine getirmiş ve borcumu ödemiş gibi hissetmiştim. Az ilerde sola sapan ve alt geçitten giden bir yol vardı, ama levha yoktu ben de düz devam ettim. Sonra ufak bir kasaba merkezi gibi bir yere geldim. Bakkalın önünde durdum. Kanyon yoluna dalmadan önce yiyecek içecek takviyesi alayım bari dedim ve durmuşken yol tarifi istedim. Zaten herkesin kulağı ve gözü belli etmeden de olsa bendeydi, ortalık sessizleşmişti. Sorumu duyan yanıma geldi, kağıt kalem alıp haritalar çizildi. Yardımcı olmak isteyenlere zaman ayırdım, yardımseverliği izlemek bile bana büyük bir memnuniyet verdi.
Geri dönüp o girmediğim altgeçitten giden yoldan gitmem gerekiyordu, yolun devamı dümdüz kanyona götürüyormuş, yeteri kadar trafik levhaları varmış. Ona rağmen üşenmeyip kağıt kalem alıp ve vakit ayırıp bana haritalar çizmeleri çok anlamlı bir anı olarak hazinelerime ilave ettim.
Bilecik ilinin Gölpazarı, Yenipazar’ı geçince İnhisar ilçesine gelmeden Harmanköy’ündedir bu kanyon. Birçok kampçı gelir buraya, köy halkı yabancılara çok alışıkmış. Bakkaldan alış verişimi tamamladıktan sonra geri dönüp alt geçitten geçip dümdüz devam ederek doğru yola girdiğimde manzara daha da hoşuma gitmeye başladı. Toprak renginde bir derenin üzerinden geçen köprüde durdum. Çevresi bir tablo gibi geldi gözüme, 360 derece kendi etrafımda bir video çektim, fotoğraflar çektim. Kuş sesleri vardı sadece, kimsecik yoktu, tamamen doğanın içindeydim. Vakit hızlıca ilerliyordu, tekrar motora binip yola devam ettim, ama pek mesafe katetmeden yine durdum. Tam yolun kenarında birbirinden güzel keçiler vardı ve elinde uzun bastonu olan köpekleri yanında oracıkta duran bir amca vardı.
Bu manzaradan nasıl teğet geçebilirdim ki, hayvanlarıyla beraber çoban ve doğa en sevdiğim görsellerden biridir. Başka bir gezimde tam tersi denk gelmişti. Tepelerde bir yerde kendi usulüm minik bir kamp kurmuştum. Büyük bir taşı dinleme tesisi yapmıştım. Çantamdan kahvemi ve atıştırmalık çıkartmıştım, doğanın göbeğinde keyfime keyif katarken keçiler beni bulmuştu. Birisi keçileri mi kaçırdı yoksa ben mi keçileri kaçırdım şaşırdım kalmıştım. Az evvel tüm çevrede hiçbir belirti görmemiştim. “Nereden çıktı bunlar?” diyerek az şaşırmadım. Çok yaşlı bir amca geldi akabinde. Elinde bastonu ve yanında köpeği vardı.
Amca ile öyle şen sohbet ettik ki, nereden geldin soruma elinle köyünü gösterdi. Sadece caminin minaresini net seçebilmiştim. “Kızım her gün bu keçilerle o kadar çok yol yürüyorum” dedi. “Yürüdüğüm yol düz yol da değil, aynı keçilerin gittiği yerlerden.” Emin değilim bugün, ama sanırım amca 80 yaşındayım dedi. Her hastalığım da var dedi, şekeri, tansiyonu varmış, yine de felaket derece sağlıklıydı. Sürekli gülüyordu, o mutluluk ve neşe saçan amca benim için keçi yakalamaya çalışınca daha da şaşırmıştım. Keçi sürüsünün içinde minicik bir yavru vardı, “Ah onu bir sevebilsem.” demiştim de keşke demez olaydım, çünkü amca keçiyi yakalamak için koşmaya başladı. “Dur Amca, dur.. koşma, dur gerek yok” dedim. Vazgeçsin diye “Yola çıkacağım birazdan.” dedim. O zaman koşmayı bıraktı.
Bu minik anı kaç sene geçmişten geldi şu an bugüne ve bu yeni gezimle beraber canlandı tekrardan. Bu moladaki çoban ile de sohbet güzeldi, tabii ki saatin ne kadar hızlı akıp gittiğini hem farkındaydım ama farkında değilmişim gibi kendi kendimi kandırıyordum. Yola devam ettiğimde aslında dönüş yolunda olmam gerekliydi artık, onun da farkındaydım ama devam ettim. Tabiat parkın girişine, toprak yola vardım, yol kenarında güzel çitler vardı, park girişinde büyük bir giriş kapısı vardı. İçeriye geçip sürüşe devam ettim. Bu yazımın başında da dediğim gibi kısa metrajlı bir film gibiydi bu gezi. Motor üzerinden inmedim bile, dolandım turladım sonra bütün mantıklı düşüncelerime kendimi teslim edip bir U-dönüşü yapıp İstanbul istikametine çevirdim motoru.
Bazı kararlar zordur, A, B şıkkı vardır, artılar ve eksiler vardır. Gezmeyi ve bol bol fotoğraf çekmeyi ne kadar da çok istediysem de içimdeki sesin dönüş konusundaki baskılarına sonunda karşı gelemedim. Karar anlarımda mümkün olduğu kadar mantığımı dinlemeye çalışırım. Buraya kadar gelmişken dönmek saçma da olsa, öyle bir kural da yok ki. Nasıl olsa ne zaman istesem tekrar gelebilirim. Delilik ve saçmalık da deseniz, bence bu özgürlüğün dibidir. Zaten güzel yerlere tekrar tekrar gitmez miyiz? İşte bu kadar basit, sorun kendiliğinden çözülmüştür. Hiçbir şeyi zorlamayı sevmem.
Tertemiz oksijenimi aldım, sohbetlerim bile oldu, uzun bir sürüş yaptım, manzara seyrettim. Motorum da harika, mutluyum daha ne olsun. Döndüm ve evime gittim İstanbul’a. Özgürlüğün, çılgınlığın ve mantığın harika birleşimi desem yeridir.
Yola çıkmak yaşama taze nefes eklemektir, sağlıktır. Temiz oksijene çok ihtiyacımız var, maksimum temiz hava minimum stres demek, hem mutluluk hem sağlık verir. İnsanın beyni sıfırlanıyor adeta. Yollarda olmayı sevenler bilir, ara veremeyiz. İki teker ile yolculuk yapmak artık rutin bir ihtiyaç olmuştur, uzun süre seyahat yapamadığımız zamanlar hasta gibi hissederiz. Gezilerin her biri diğerinin devamı gibidir. Tıpkı nefes alıp ve vermek gibi, biri diğerinin devamıdır. Herkesin huzur içinde bol bol doğaya çıkmasını diliyorum.
Havalar ılınmaya başlıyor, hadi oksijen almaya…
Yorumlar
Loading…