Yazar: Pervin Ozulu
Yeşilliğin ve sadeliğin simgesi gibidir buralar. Serindere yollarıyla, kanyonu ve yürüyüş rotasıyla tüm doğaseverlere hitap ediyor. Hele oraya varmak için sürüş yapılan o yollar ve manzaralar yok mu, tam gezgin motorcuların damak tadına uygun, hatta cross için ideal olduğunu eklemeliyim.
Normalde önce geziyi yapar sonra yazıya dökerim ve en sonunda sanal ortamda paylaşım olur, ama bu sefer tam tersi oldu, bu gezi yazısı sanal ortamda başladı. Paylaştığım bir bitki fotoğrafı neden oldu desem yeridir. Başka bir gün motor sürmeye yola çıktığımda yanıma bahçıvan eldivenimi ve ufak küreğimi almıştım. Bu sürüşü hiç kaleme alıp gezi yazısı olarak yazmadım. Gezinirken beğendiğim bir bitkiye denk gelirsem onu toplayıp eve götürmeyi düşündüm. Kayaların arasında yamaçlarda yetişen bir bitki dikkatimi çekti, kaktüs değildi ama andırıyordu.
Balkonumdaki kaktüslerimin arasına aranjman olarak güzel yakışır diye düşündüm. Fanatik bir kaktüs hastası olduğum için ona musallat oldum hemen. Sonradan bu bitkinin fotoğrafını yayınladığımda çok sevdiğim arkadaşım Tülay ‘in ablası Seyhan illaki “Ben de isterim” dedi. “Yapma etme eyleme Seyhan’cığım, nereden bulayım ki şimdi onu buralarda” diye düşündüm de tabii ki öyle demedim. Ayrıca toplarsam eğer onları Seyhan’a nasıl ulaştıracağım? Tülay hep yakınımda, ona veririm o da ablasına verir, verir mi acaba? Sorduk kendisine, “Hayır, sahiplenirim” dedi.
Hiç şaşırmadım, Tülay bu, vermez. Seni bu yüzden çok seviyorum, dobrasın, komiksin, delisin. Senden iyi bir motorcu da olur, demedi deme.
O zaman bu durumda ikisine de yetecek kadar daha da fazla toplamam lazım, kardeşler mutlu olsun. Sırf onlar için kendimi hemen yollara attım, madem o kadar çok önemli bir konu oldu, ben de kendime o vesileyle bir vazife yaratmış olayım dedim. Gezgin ve bahane arayan motorcu için yola çıkmak an meselesidir. Hasta da olsak, hapşırsak da öksürsek de yola çıkma zamanı gelince bizden sağlıklısı yoktur. Dünyanın en önemli görevi gibi hemen bahçıvan eldivenlerimi ve küreğimi aldım ve motorumun çantasına koydum, zaman kaybetmeye gerek yok dedim, biraz yiyecek içecek erzak da aldım yanıma ve motorum hazırdı.
Eve tekrar girip termos ve Camping sandalyemi de aldım, sonunda motora her şeyi yüklemiştim. Olay artık önemli bir arkadaşlık vazifesiydi, tam teşkilatlı olmam lazımdı, görevi fazlasıyla üstlenmiştim. Aktan Ailesi o bitkiye kavuşmalıydı. Bu geziye sevgili Seyhan sebep olduğu için ona en son “Bu gezi sana armağanım olsun” deyip yola çıktım. Kocaeli – Yuvacık barajına varınca barajın üzerindeki köprüden geçtikten sonra sağa saptım, o yol Serindere’ye götürüyor.
Levhalar da var zaten. Kıvrımlı ve eğlenceli bir yoldur, tek gidiş geliş şeklindedir, tatlı ve keskin virajlar sürüşü keyifli hale getiriyor. Yolun bazı kısımları bozuk ve delikli de olsa aldığım keyif eksilmiyor, doğa sürüşü böyle olur zaten. İlerledikçe yol çamurlu ve çakıllı olmaya başlıyor, ama aynı zamanda güzelleşen dağlık manzarayla bütünleşince keyiften hiçbir eksilme olmuyor. Sürüş esnasında o kadar çok kokular burnuma geldi ki, sürüş için en ideal mevsimlerdeyiz şu sıralar, yeni açmış yüzlerce farklı çiçeklerle donatılmış her yer, tam bir çiçek şöleni. Bir sürü meyve ağaçları çıktı karşıma, olgun kirazların tadına bakmadan da geçmedim elbette, yetmedi ağacın üzerine de tırmandım. Çocukluğumdan beri tırmanmayı severim. Yolun devamındaki çeşmelerde biten su erzakı doldurmak için birebir.
Bu sürüşümde o kadar çok hayvan karşıma çıktı ki, en çok da yavru köpekleri sevebildim. Bu doğa ortamına da en güzel o ağır hareket eden kaplumbağalar yakışıyor. O gün hem su hem kara kaplumbağası gördüm.
Onlara ayrı özel bir hayranlığım var, o sert kabuğu ve üzerindeki deseni ne kadar güzel, hele o sevimli yüzüne bayılıyorum. Kafa kısmından karnına kadar fosforlu yeşil ve geri kalan kısmı kırmızı büyük bir kertenkele gördüm. Kayaların üzerindeydi, etrafa bakınıyordu benim gibi. Sürüşe devam ettiğimde önümde ince ama epey uzun bir yılan geçiyordu yolun üzerinden, yavaş yavaş. Durdum tabii, o kıvrıla kıvrıla yan yan zig zak çizerek yolu geçiyordu. Beni fark edince bir saniye öylece kaldı, öylece durdu. Sonra hemen dümdüz oldu ve o kadar hızlı kayarak yol kenarına ulaştı ki şaşırdım, anında yeşilliğin içinde kayboldu.
Balkon tarzında bir manzara seyir yeri gibi bir yer bulduğumda biraz mola verdim, motorun sesi de tamamen yok olunca sadece kuş seslerinin verdiği huzurla oturdum, dağları seyrederken bir şeyler yedim. Serindere istikametine devam ettiğimde yol toprak yola dönüştü. Yağmurlu geçen önceki gün yüzünden yol ıslak ve balçık gibiydi. Araba lastik izlerinden ilerleyince yoluma sorunsuz devam ettim. Yol artık dere kenarına iniyordu ve o yüzden yokuş aşağı idi, keskin dönemeçler de çoğalmıştı ve yollar çamurluydu, bayılıyorum böyle kombinasyonlara.
Çamur bittiğinde gevşek gevşek serpiştirilmiş irili ufaklı çakıllar başladı, gevşek olmaları tehlike, hele motor enduro ya da cross değil ise çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Dereye yakınlaştıkça derenin sesi gelmeye başlıyordu, gürül gürül akan derenin yanına vardığımda hedefe varma duygusu oluştu, ama dere benim hedefim de değildi aslında. Bu da güzel, yolculuklarda bir yerlere gelmiş olmak hep bir sevinç duygusu vermiştir. Tam burada bir tesis var, Kız Kalesi Restaurant ve piknik yeri.
Tam derenin yanında piknik imkanları bulunuyor. Suyun sesini dinleyerek insan yeniden doğmuş oluyor sanki. Derenin tam kenarına camping sandalyemi açtım, oturdum biraz. Buradan yürüyüş parkuru var, derenin kenarından, kanyon ve doğa yürüyüş rotaları var, trekking için gelenler vardı.
Ben motorumla yoluma devam ettim, yol yukarıya doğru devam etti, tırmanış başladı. Tesisi geçtikten sonra yol bozuk devam etti, eskiden daha iyi idi, yol çalışması varmış gibi görünüyordu, genişletme çalışması gibi geldi bana. Bence çok gereksiz, zaten nadir araba geçiyor buralardan ve zaten epeyce geniş bir yoldu. Rahat rahat iki araç geçebilecek kadar geniş bir yoldu, daha da genişletmenin manasını anlayamadım. Yolun ilerisinde çok sevdiğim teras gibi bir manzara yeri vardı, motora da geniş yer vardı ve tam yanında piknik yeri müsaitti.
Bu yol genişletmesiyle o harika yer yok olmuştu. Daha fazlasını görmek istemedim ve oradan geri dönmeye karar verdim, moralim bozulmuştu. Dönüş yolunda olunca artık o bitkiyi toplama zamanı gelmişti. Önceki günkü sağanak yağıştan yollara çokça toprak ve taşlar dökülmüştü, böyle bölgelerde temkinli olmakta yarar var, virajı döndükten sonra birden bir sürü kaya karşımıza çıkabilir veya hala yukarıdan gevşeyip kayan toprak da olabilir.
Dikkatli olmak lazım, gözlem sadece manzara seyretmek için değil ki, aynı anda çevre kontrolüdür, mümkün olduğunca her şeyi fark etmek gerek. Yalnız gezdiğim için bu kontrol mekanizmam otomatik olarak hep açık konumda. Şimdi mod o bitkiyi bulma modu idi. Bir sürü buldum hatta, ama hediye olacak ya bir türlü beğenemiyordum şimdi. Çiçek açmamış olsun istedim, büyütmesi daha güzel ve daha iyi tutar. Hem motor yol kenarında tehlike yaratmayacak bir yerde durdum hem de istediğim gibi bitkiyi bulmuştum.
Topladıkça topladım, iki kişilik olmalıydı. Vazife tamamlanınca artık hedef hazineleri eve götürmekti. Eve varınca onları hemen geniş uygun bir kaba ektim, kendi topraklarıyla. Biraz suladım ve balkonumda bıraktım. Ertesi gün Tülay’a teslim ettim. 7 gün geçti üzerinden, Seyhan’a sadece fotoğrafları ulaşmış. Kardeş olunca her şey yapabiliyorsunuz demek, sahiplenmiş resmen. Seyhan da bir şey diyememiştir. Ben de ablayım, anlıyorum onu, kardeşe kıyamayız. Ama Seyhan’ım çiçeksiz kaldı. Yoksa acaba tekrar mı yola çıksam ve yeniden mi toplasam…
Yorumlar
Loading…