Yazar: Christopher Smith
Burada Tayland tarafındaki Poipet sınırına doğru ilerledikçe hayat kalitesinin sadece birkaç adımda bu kadar değişebildiğini görmek bana çok çarpıcı geliyor.
Bu balıkçı kasabası nın cansız silüeti içerisinde sınırlar arasındaki bu ıssız topraklarda beni bekleyen çılgınlığı izliyorum. Kolu kanadı kırık adamlar, çocuklar ve kadınların hepsi orada akşam karınlarını doyurabilecek parayı kazanmak için bekliyorlar. Erkek ve kadın grupları, bir yandan kamçılanıp araba üzerindeki kişinin yüksek sesli talimatları altında yük arabalarını çekiyorlar.
Motorumdan inip gümrüğe yöneldiğimde kendi kendime bunu kaldırmanın ağır olacağını düşündüm. Şubeye yaklaşırken bacakları olmayan bir adamı aşmam gerekiyor, ona yardım etmek için kendisine bir muz ve portakal veriyorum ve para beklentisi olmadan başıyla beni selamlıyor ve bacağıma hafifçe vuruyor. Gümrük geçiş belgemi mühürleyen utangaç Taylandlı adam, beni Kamboçya’ya geçiş için pasaport ve vize kontrolünün yapıldığı diğer masaya yönlendiriyor. Burada dünyanın en fakir insanları arasına giriyorum, en çok ihtiyacı olanlara meyve veriyorum ve karşılığında hayatımda görmediğim kadar sıcak tebessümler alıyorum. Böylesine doğal bir ruh görmek yüreğimi ısıtıyor. Vizem için, muhtemelen açgözlü devletin cebine gidecek olan 1000Tayland Bhatt’ı veya 25 Amerikan dolarını ödedikten sonar Kamboçya’ya giriş için gümrük geçiş belgemi imzalatmaya koyuluyorum.
Motorumun üzerine yerleşmeye çalışırken bana kısık sesle ve anlaşılır bir İngilizce ile “iyi şanslar, buna ihtiyacın olacak” diyen bir adamın derin bakışıyla karşılaşıyorum.
Yüzüme ufak bir tebessüm geliyor. Sonra savaş, isyan, insanları n sebep olduğu kıtlık, soykırım, siyasi toplu katliamlar gibi felaketlere 4,000,000 insanını vermiş olan bir ülkeye doğru süzülüyorum. Bunlar içerisinde ekseriyeti teşkil eden 3,300,000 erkek, kadın ve çocuk (35,000 yabancı dahil olmak üzere) 1970 ile 1980 yılları arasında peşpeşe gelen hükümetler ve gerilla grupları tarafından öldürülmüş. Bunların birçoğu, yaklaşık 2.4 milyonu komünist Khmer Rouge rejimi tarafından katledilmiş. Acaba yeryüzünde bu ülkeden daha fazla topraklarında bu kadar patlatılmamış kara mayını gören ve halen zorluklar yaşayan bir ülke daha var mıdır. Kamboçya krallığının kapılarından yavaşça girerken “Ben ne yapıyorum” diye düşündüm.
Burada ilk keşfetmem gereken şey insanların yolun hangi tarafından gittiklerini anlamak oldu, burada sol ve sağ tarafta herhangi bir düzen yoktu ve kimse aynı şekilde gitmiyordu, bu yüzden ben de kafama göre bir düzen belirleyip kendime elverişli bir yol bulana kadar zikzaklar yaparak ilerlemeye başladım. O gün ğleden sonar varış noktamı dünyaca ünlü Angkor Wat tapınağının evi olan Seam Reap olarak belirledim. Kamboçya’daki bu düz çamurlu yollar üzerinde ilerlemeye çalışmak insane keyif veriyor ve bu yollar ülkenin bu bölgesindeki en bakımlı ve düz yolları. Burada Kamboçya’da üzerinden geçtiğim yolların birçoğunun, dünyada gördüğüm en berbat yollar olduğunu belirtmeliyim. Kamboçya’ya girdiğimden beri sadece 1 saat geçmişti ve yolun kıyısında, kara mayınlarını temizleyen ve orada patlayabilecek herhangi bir şeyden korunmak için sadece bir maske ve kurşun geçirmez elbise ile donatılmış bir bomba ekibi gördüm. Seam Reap’a öğle yemeği saatleri sularında ulaştım ve güneş batımına kadar Angkor Wat’ı incelemek için yeterli zamana sahiptim. Kapılarından giriş için günlük 20 dolarlık bir ücret uyguluyorlar ve bu para tapınakların restore dilmesine harcanıyor. Bu kadar köklü tarihe sahip ve dünyada en fazla görülmesi gereken mekanlar listesinin tepesinde yer alan bu büyük imparatorluğun içerisinde ilerlerken, sanki diğer taraftan yaşlı bir imparator ana doğru yaklaşıyormuş gibi hissediyorum. Kayıp şehir Angkor Wat’ı seyretmek, etrafta dolaşan keşişleri izlemek mükemmel bir deneyim oldu. Kuruluşundan bu yana başta Hindu sonar Budist inancına hizmet eden çok önemli bir din merkezi olarak varlığını sürdürdü. Tapınak, üstün Khmer mimari sanatının çok güzel bir örneği. Tapınak Kamboçya’nın bir sembolü haline gelmiş ve ülkenin ulusal bayrağı üzerinde kendisine yer bulmuş. İnşası 12. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşmiş. 14. veya 15. yüzyılda tapınak Theravada Budistlerinin kullanımına adanmış ve halen günümüze kadar bu şekilde devam ediyor.
Kötü kaderin, vahşi batının kenti ve Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e doğru ilerliyorum. fiehre, kontrolsüz ve tamamen insanı öldürmeye yönelmiş trafiğin göbeğinde gece vakti girdim. Yürüme yolları ve banketler üzerinden motorla gitmeye çalışmak ölüm gibiydi, neyse ki oradan sağ çıktım ve gece konuk evime ulaşmayı başardım. O gece Phnom Penh’deki silah ve çığlık sesleri altında uyumaya çalıştım ve şehre bizzat girmeden bu kentin ne kadar boğucu bir yer olduğunu anlayamadığımı fark ettim. Fransızların Kamboçya’ya tanıttığı taze bir sabah bageti eşliğinde yaptığım kahvaltı sonrası Vays Motosikletlerine yöneldim, burada Yamaha XT yenilemesi ve restorasyonu yapılıyor ve sıfır Honda Baha’lar bulunuyor ve ayrıca çok düşük fiyata satılıyor. Güneydoğu Asya içerisinde yaptığı motor seyahatleri ile meşhur Altın Üçgen haritalarının çıkartılmasına katkıda bulunan Don ile tanıştım. Kendisi bana tavsiyelerde bulundu. Bizi bekleyen ıssız yollarda uyumak amacıyla hamak bakmak için birlikte pazara gittik. Motorumu güvenli olur düşüncesiyle bir ayakkabı cilalayıcısının önüne park ettim ve çeşit çeşit dükkanların bulunduğu pazara girdik. Döndüğümüzde motoruma kilitlediğim kaskımın yerinde yeller estiğini gördüm, motorumdan ayrı kaldığım sadece 30 dakika içerisinde birilerinin motoruma sıkı sıkıya kilitlediğim kaskımı aldığını gördüğüme inanamadım. Civarda herkes kaskımı kimin çaldığını sorduğumda sessiz kaldı ama aslında kimin çaldığını çok iyi bildiklerinin farkındaydım. Havaya 20 dolarlık bir banknot göstererek kaskları bulana bu parayı vereceğimi söyledim. Havadaki yeşil nesneyi görünce her yönden ciddi bakışlar ve ilgi geldi. Kaskı kimin çaldığını bildiklerinden insanlar birbiriyle Khmer dilinde mırıldanmaya ve kaskı nasıl geri alabileceklerini tartışmaya başlamışlardı ki bir adam bir scooter üzerinde bana yaklaşarak “atla, kimin çaldığını biliyorum” dedi. Çok kolay oldu diye düşündüm ve çalınan kaskımı aramak için birkaç kez blok etrafında turladık. Arada durup şüpheli tiplere kaskımı görüp görmediklerini sorduk ama şansımız yoktu. Motorumun olduğu yere geri döndük ve sonra bu çılgın şehirden daha da korkmuş bir halde konuk evine döndüm. İlk başta bir okul olan sonra Pol Pot döneminde bir ölüm merkezi haline getirilen Slung Treng soykırım müzesini gezerek şehri daha da şereşendirmek için 2 gece daha kalmaya karar verdim.
Ertesi gün oraya gittim, oraya daha önce gitmediğim ve oradan ne bekleyebileceğimi bilmediğim için çok fazla rahat değildim. Müzenin yer aldığı sokağa girdiğimde müzeyi etrafı dikenli tellerle çevrilmiş şekilde görebildim ve bu kanlı mekanın yapısı bende tek bir neşe kıvılcımı bile yaratmadı. Okula doğru yöneldiğimde, veterinere götürülen bir köpeğin hisleri beni sarmış gibiydi, burada bir sürü berbat şeyin yaşandığını biliyorsunuz ve kapıdan içeri girdiğiniz andan itibaren bunu hemen hissediyorsunuz! Gerçekten kaldırması zordu. Birçok insanın işkence gördüğü ve katledildiği odalara bakmak, yerlerde ve duvarlarda kan görme ihtimaliniz olduğundan gerçekten tahammülü zor bir şeydi. Soykırım kapsamında öldürülen insanların resimlerine bakmak, Kamboçya’da gördüğüm en çarpıcı anlardan biriydi. Bir gün için bu kadar dehşet yeterdi, öğleden sonra oradan çıkıp Kompong Cham’a gitmeye karar verdim. Burada Budist keşişlerle birlikte geceyi bir tapınakta geçirdim ve onlara elimden geldiğince ‹ngilizce öğretmeye çalıştım, onlar da Kamboçya’nın ulusal dili olan Khmer’i bana öğretmeye çalıştılar. Ertesi sabah kalktığımda motorumun etrafında kümelenmiş ve tapınaktan dışarı çıktığımda bana hayretle bakan bir sürü çocuk gördüm. Bu çocuklarının gözlerinden, daha önceden böyle bir motosiklet görmediklerini fark ettim ve motorla çok ilgilendiler. O sabah çocuklardan birinin motorumu çalıştırmasına izin verdiğimde yüzünde benimle birlikte sonsuza kadar devam edecek olan büyük bir tebessüm belirdi. Genç çocuk gaz kolunu çevirdi ve gülümseyen ve el sallayan keşişlere ve diğer çocuklara el sallayarak basıp gittik. Birçok ölüm tarlasından ve yabancıların kaçırılmasıyla ünlü alandan hiç bahsetmek istemiyorum, tüm yollar çok kötü şekilde oyuklarla ve kıvrımlarla dolu berbat 13 no’lu anayola ulaşana kadar ülkenin sonraki dilimi boyunca ıssızdı.
Son 3 günde 500 km’lik, hayatımda dünyanın hiç yerinde aşmadığım kadar fazla berbat yolu motorla aştıktan sonra soykırım yıllarından kaçabilmiş çiftçiler ve aileler boyunca güney Laos sınırına tekneyle gitmek çok daha kolay gelecekti. Öğleden önce gayri resmi Laos sınırına ulaştım, burada beni uykudan yeni uyanmış ve pijamalı halde olan ve bu sakin sınırda bir yabancı görmekten dolayı çok mutlu olmayan Kamboçya gümrük memuru karşıladı. Kendisine 10 dolar rüşvet ve bir paket sigara vererek çıkış belgelerimi mühürlettim ve motoruma atlayarak Laos yetkililerinin önünden geçip gittim
Yorumlar
Loading…