İnsanın geriye sarıp sarıp tekrar fotoğraflarına bakabileceği gezileri olması ne kadar güzel. Özellikle mevsimin bu değişken “soğuk, sıcak, soğuk, grip, soğuk, daha soğuk, çok sıcak” havasında, geçen yıllara dönüp nefis gazladığımız günlere bakabilmek bir nebze olsun insana moral veriyor.
Ducati Diavel karbon ile geçtiğimiz yıl Ducati’nin evi Bologna’da yaptığımız gezinin tadı damağımızda kalmıştı…
La Dolce Vita (italyanca “tatlı hayat”) gerçekten var mı? Ducati’nin evi Kuzey İtalya’nın ortasındaki Bologna havalimanına indiğimizde kendi kendimize bunu soruyorduk… Bologna’nın yakın çevresi düzlükler ve tarım arazileri ile çevrili. Emilia Romana bölgesinin başkenti. Mükemmele yakın denilebilecek derecede korunmuş bir tarihi merkezi var. Bologna Üniversitesi’nin Avrupa’da kurulan ilk üniversite olduğunu düşünecek olursak, burada oldukça kültürlü, mühendislik konularının ön plana çıktığı güzel bir yaşantı var. Yaşam kalitesi bakımından Bologna, 107 İtalyan şehri arasında 2011’de birinci sıra ile en üst yeri kapmış.
Bir bölgenin başkenti olması boşuna değil… Sadece tarım değil, mühendislikte ve damak tadında da ileriler. Şehrin kenarında Ducati, yandaki komşu Modena’da Ferrari, Lamborghini ve Maserati, Parma’da nefis et ve peynir üretiyorlar. Havalimanına inince içeriye dizilmiş eski ve yeni Lamborghini’ler sizi karşılıyor. 1 milyon nüfuslu kentin merkezi havalimanına çok yakın. Bu şehrin hayranı olmamak mümkün değil. Kırmızı tuğla yapıları, kırmızı kıymalı soslu “Bolonez soslu makarna”ya da ismini vermiş.
Kırmızı denince, buraya neden geldik? Ducati Fabrikası ziyaretine… Konu ile ilgili hain planlarımız olduğu için yanımızda motor kıyafetlerini de getirmiştik. İtalya’da kiralık motor, özellikle büyük hacimli olanları bulmak zor. Bize anlatılana göre kiralık araç plaka işlemleri oldukça zorluymuş. Çok daha büyük bir lobi olan araba konusunda kiralık araç konusu daha kolaymış ama iş motosiklete gelince kiralık araç sayısı az. Ducati Fabrika ziyaretinden sonra bize motor ayarlayıp ayarlayamayacaklarını sorduk. Biraz araştırıldı, evet, işte karbon renkli Diavel fabrika satış mağazasında bizi bekliyordu. 240’lık kalın arka lastiği, cruiser tipi oturma ergonomisi, 160 beygir gücü ile Diavel garip bir alet gibi dursa da, kullanımı oldukça güzel (bkz. Ducati Diavel bilgi kutusu)
Yola Çıkış
Ducati Fabrikası şehrin neredeyse içinde. Merkeze 6 kilometre uzakta. Bulunduğu bölgenin ismi de pek karizmatik; Borgo Panigale! Benim için ayarladıkları Diavel’i, Ducati Fabrikası’ndan öğlen saat 13’te alıp Borgo Panigale bölgesinden güneye doğru sürüyorum. Otobanı tabii ki tercih etmeden ara yollardan devam etme niyetindeyim. Bologna’nın güneyi ufak tepelerle çevrili. Bir süre sonra bu tepelerin arasına girip virajlarla dolu yemyeşil yolda sürmeye devam etim. Yolların hem asfaltı, hem açıları, hem de manzarası bir harika. Biraz bulutlu olmakla birlikte Emilia Romana bölgesinin fazla yüksek olmayan yeşil tepelerle kaplı coğrafyası insanın kafasında “acaba cennet böyle bir yer mi?” gibi düşünceleri tetikliyor.
Diavel’in buradaki gidişi muhteşem. Hem yumuşak, hem de tura çok uygun. Her ne kadar bir cruiser gibi dursa da, yavaş giderken çok dengeli, titreşimi az ve gezmeye çok uygun bir ergonomiye sahip. Basınca da acayip gidiyor!
Akşamüzeri gün batıncaya kadar o bölgede haritada görünen ne kadar virajlı köy yolu varsa hepsine girip çıkıyorum. Yaptığım toplam kilometre fazla değil ancak etraf o kadar güzel ki, motorun ve yolun keyfini çıkartıyorum. Bir ara yerel bir arkadaşı takip etmeye çalışıyorum, basıp gidiyor, yorulduğumu düşünüp yol üzerinde gördüğüm “kiralık oda” yazan bir köyde günü sonlandırıyorum. Akşam yemeği muhteşem italyan makarnası…
Gece çok güzel geçti. Etrafı, motoru ve sürüşü düşündüm. Biraz haritaya baktım. Hemen güneyde Floransa var. Bologna Floransa arası otobandan 120 kilometre kadar, ara yollardan da olsa olsa 150 kilometredir. Yola çıktığım gün 200 kilometre kadar köy yollarında dolaşmışım. Devam edip ertesi sabah kahvaltıdan sonra Floransa’ya inmeye karar verip uyuyorum.
Ducati Diavel: “Bana cruiser deme!”
Ducati’nin «şeytan» adını verdiği motoru görüp de şaşırmamak mümkün mü? Cruiser deseniz değil, oturuşu benziyor, ama 1200cc’lik 162 beygir gücünde bir motoru var, şehir içinde alçak yapısı sayesindeki kıvrak ve rahat kontrol edilebilmesine bakarak maksi-skuter desek, o da değil, çünkü deli gibi gitmek de mümkün. Tur motoru hiç diyemeyiz çünkü çıplak, rüzgar alır gibi görünüyor (sürüş testinden sonra pek de rüzgar almadığını gördük). Seyir (cruise) motoru desek, o hiç değil, piste-miste girince deli gibi gazlıyor.
Ducati Yeni Diavel’in paketini İsviçre’de, 84. Cenevre Motosiklet Fuarı’nda açtı. Motorun ikinci jenerasyonu olan bu versiyonda, modifiye edilmiş dar kafa (Testastretta) motoru ve egzozlar bulunuyor. Bunlara ek olarak gidon biraz daha yükseltilmiş, ön far led ampullerle daha süslü hale getirilmiş, bir de radyatör kenarı kapakları yenilenmiş. Fabrikanın yaptığı açıklamaya göre Testastretta motorun 11 derecelik sübap zamanı eşleşmesi hala aynı. Normalde WBSK’dan gelen bu motorun egzoz ve emme sübapları krankın bir tam dönüşü esnasında 11 derece boyunca aynı anda açık kalıyorlar. Bu sayede aslında çok performanslı bir motoru, az yakıt tükettirererek sivil bir motosiklette görebiliyoruz. Bu motor bir yarış motorunda kullanıldığında her iki sübap grubunun aynı açık kalma zamanı çok daha fazla olacak biçimde ayarlanıyor, ancak bu da yakıt tüketiminin artmasına sebep oluyor. Ducati’nin motorda revizyona gittiği yerler biraz daha iyi çalışılmış ve optimize edilmiş olan egzoz ve emme sübapları olmuş. Biraz daha çalışılmış bir sübap açılma zamanı ayarı ile tork eğrisi şimdi daha iyi hale gelmiş. Maksimum tork da daha düşük devirde elde ediliyor.Güç önceki modelde olduğu gibi 162 beygirde kalmış olsa da öncesinde 9.500 devir/dakikada elde edilen maksimum tork şimdi 9.250 devir/ dakikada elde ediliyor.
Donanımdaki yeniliklere bakacak olursak, ilk göze çarpan nokta tamamı LED ampullerle donatılmış ön far grubu. İçiçe geçmiş uzun ve kısa farlar, bir daireyi tamamlıyor. Ön far taşıyıcı da yeniden tasarlanmış. Yeni tasarlanmış yan radyatör kapaklarının önünde yine LED ampullerden oluşan gündüz sürüş farları var, bunlar aşağıdan yukarı uzunlamasına yerleştirilmiş. Selenin üzerine de enlemesine şeritler yapılarak tipine son derece uyan bir görünüm yakalanmış. Önde 120mm çalışma payı olan siyah kaplamalı Marzocchi süspansiyonları tutan gidon başı ve alt tablasının eğik-açılı duruşları, görülmeye değer enteresan bir detay. Baz modelin ağırlığı 210kg. iken, karbona batırılıp çıkarılmış gibi olan Carbon modeli 205kg. ağırlığa sahip. Karbon tank giysisinin üzerine beyaz iki şerit atılmış. Bunların en önünde gösterge grubu yer alıyor. Grup diyoruz çünkü göstergeyi iki parçaya bölmüşler. Tepesinde uyarı ışıkları bulunan LCD ekran, gidona monte edilmiş ve görece yukarıda yer alıyor. Bu ekranda hızı, deviri, motor sıcaklığını ve benzeri bilgileri görebilirsiniz. Daha aşağıda, deponun üzerinde ve benzin depo girişinin önünde TFT (Thin Film Transistor) ekra bulunuyor. Bu ekran küçük ama bir çok bilgiyi içinde barındırıyor. Bu ekranda vites göstergesi, anlık ve ortalama yakıt tüketimi, yan ayak uyarısı, ateşleme haritalarının binbir çeşit ayarı bulunuyor. Harita seçimini sürerken de yapabiliyorsunuz, ancak ince ayarlar, ABS veya çekiş kontrol seviyelerini ayalayabilmek için motorun duruyor olması gerekiyor. Diavel’in 3 farklı ateşleme harita düzeni ve güçleri hala aynı; en güçlü versiyon sport modunda çekiş kontrol oldukça az müdahale ediyor, ve güç olarak 162 beygiri emrinize veriyor. Tur modunda güç aynı, lakin gaza tepkisi daha yumuşak, çekiş kontrol daha fazla etkili. Urban, yani şehir modunda güç 100 beygire düşüyor, çekiş kontrol tam olarak devrede.
Çift gösterge grubu oldukça güzel görünse de, özellikle depo üzerindekini görmek için gözleri yoldan ayırıp aşağı bakmak gerekiyor. Vites göstergesi de burada. Her ne kadar kocaman rakamlarla yazılmış olsa da, buna bakmak dikkat dağıtıyor. Gaz kolunun kumanda ettiği ateşleme modları, el gazda değilken sinyal düğmesini ittirmek yoluyla değiştiriliyor, oldukça kolay bir kullanımı var. Spor mod bir harika, gerçi 3.000-4.500 devirler arası popoda biraz titreşime sebep oluyor ama hızlanmalar bir acayip, gerisi kimin umurunda… İkiz V’nin hafif ve tatlı, ama derinden gelen vuruntuları, rahatsız etmekten uzak, ayrıca kaslı motor havasını tam yaşamanızı sağlıyor. ABS ve frenler oldukça iyi çalışıyor, ABS’nin modülaritesini ayarlamak mümkün. Frenler yeterli, gözleri yerinden çıkartıp korkutmuyor, zamanında ve yeterli tepkiyi verir özelliklere sahip.
Motor masif görünüşüne göre oldukça hafif hissediliyor. Düşük ağırlık merkezi sayesinde dengesi bir harika. Hava kuru ve güneşli. Tepelere doğru gazlamaya devam ediyoruz. Urban modunda bile güç oldukça yeterli geliyor. Otobanda kısa bir mesafeyi bağlantı amacıyla geçerken 150 üstü hızları deniyorum, motor harika hızlanıyor ve şaşırtıcı biçimde otobanda 120-150km/s hızlarda fazla rüzgar almıyor. Harika!
Hidrolik debriyaj biraz sert gibi hissediliyorsa da, hissiyatı iyi. Ducati Pirelli ile birlikte çalışıyor. Bu motoru Rosso IIle’ rle donatmış, özellikle 240’lık arka lastik sayesinde motor yatıkken bile gazı açıp rahatça hızlanabilmek güzel. Sağa sola rahatça devrilmesini, sürücüyü kucaklayarak alıp götürmesini sevdim. Oturuş pozisyonu kaslı motosiklet konseptine uygun biçimde tasarlanmış, gidonun genişliği çok çok iyi ayarlanmış her türlü hızda gidonu çevirmek kolay. Eleştiri olarak gidon turunun biraz kısa kaldığını söyleyebilirim.
Floransa
Bir rönesans şehri. Sanatın yükselişe geçtiği, İtalyan rönesansının dünya mimarlığına yön verdiği dönemin adeta başkenti Floransa… Sabah kahvaltı edip Diavel’e atlayıp çıktım. Yollar sanki daha güzel çünkü bugün nefis güneş var. Yine ara yollardan devam ederken Emilia Romana bölgesinden Toscana’ya geçiş yaptım. Üzüm bağları hemen başladı. SP59 numaralı yol üzerinden Passo Della Futa’ya doğru devam ediyorum. Burası bir kavşak noktası. Alman Askeri Mezarlığı var. 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ve İngiliz askerlerinden oluşan Müttefik Orduları’nın kuzeye geçmesini engellemek üzere Alman’lar bu noktadan geçen ve adına “Gotik Hat” dedikleri bir savunma hattı kurmuşlar. Futa Geçidinde büyük çatışmalar olmuş ve burada ölen Alman askerleri için sonradan buraya büyük bir anıt mezarlık yapılmış.
Alman Mezarları’nı geçip güneye devam ediyorum. Birazdan yollar büyüyor, büyük bir şehire yaklaştığınız anlaşılıyor ve Floransa’ya varıyorum. Daha önce gelip skuter ve araba kiralamışlığım var, bu yüzden biraz biliyorum. Amacım tepeye çıkıp burada Diavel ile birlikte klasik Floransa manzarası fotoğrafı çekmek. Hava çok güzel ve her yer turist kaynıyor. Şehrin göbeğine girme niyetinde değilim. İstediğim fotoğrafı çektirip tekrardan kuzeye doğru çıkıyorum.
Futa Geçidi
İtalya’nın çizme biçimindeki coğrafyasının baştan sona ortasından geçen Apenin Dağları’nın Toscana-Emilia Bölgesi’ndeki parçasında bulunan Futa Geçidi 903 metre rakıma sahip. Floransa’nın bir bölgesi olan Firenzuola’da bulunuyor. Mugello Vadisi ile Santerno Nehri’ni ayıran bir geçit. Coğrafi özelliklerini geçecek olursak; aslında güzel ve açık virajlara sahip enfes bir yol. Yüksekliği de fazla olmadığı için kah hafifçe inen, kah hafifçe yükselen bir yol karakteri var. Geçidin olduğu noktada güzel bir lokanta ve otel var. Öğle yemeği molasını Floransa’dan dönerken burada veriyorum. Lokantada Futa Geçidi’nden fotoğraflar var. Buradaki yükseklik fazla olmadığı, yollar da güzel olduğu için hep antika araba rallileri yapılıyor anladığım kadarı ile.
Yemekten sonra yola koyuluyorum. Aaa, o da nesi? Önümde Türk plakalı bir BMW GS, yolcusuyla birlikte bir sağa bir sola yata yata gidiyor. Ben de Diavel ile peşinde… İlerde pek çok motorcunun durduğu bir kafede durduk. Türkiye’den gelen bir çift. Birlikte kahve içtik. Ben Bolonya’ya doğru devam etmek için kalktım. Pek çok motorcu var. Aman ne egzozlar, ne performans parçaları, rüya gibi. Futa Geçidi’nden Bolonya aslında otobandan gidilirse yakın; 1 saat. Ama ara yollardan 2,5 saati buluyor. Tabii ki yine ara yollardan gazlıyorum. Akşamüzeri Borgo Panigale’ye varıp motoru teslim ediyorum. Bu şekilde güzel bir gezinin daha sonuna geliyoruz. Sonrasında bir taksi, Borgo Panigale’nin yanı havalimanı. Bizim Ataköy ile Atatürk Havalimanı gibi. 3 saat sonra İstanbul’dayım; insanoğlu kuş misali. İtalya’da hayat güzel mi? Evet; La Dolce Vita.