Ajan Sanço Ducati Fabrikası’na Sızdı
Heyecan dorukta! Daha önce girdiğim BMW’nin Berlin’deki motosiklet fabrikasından sonra, tekrardan Avrupa’lı bir üreticinin fabrikasına sızma şansı buldum. Ducati’nin Bologna’daki Fabrikası alçak gönüllü hali ile dışarıdan insanı çok heyecanlandırmasa da, içindeki sıcaklık insanın kanını kaynatıyor. Geçen sene 34.000 adet motor üretilen fabrikanın günlük kapasitesi 60-300 motor arasında değişebiliyormuş.
Ducati Fabrika’sına gezi denince bile insanı bir heyecan sarıyor. “Fabrika” dev gibi bir yer olmalı. Kapısı nizamiye kapısı, belki içeri acayip yürünüyor, ya da araba ile gidiliyor, ofis binası dev gibi olmalı gibi düşünürken, Bologna merkezden taksiye binip, İtalyan şöföre “Ducati’ye gidiyorum ben!” diyorum. “A la Fabrica?” diye soruyor, “Yes! A la Fabrica!” biçiminde yarı ingilizce, yarı İtalyanca konuşuyoruz. Şehir merkezinden 6 kilometre dışarıdaki fabrikaya seyahat 10-15 dakika sürüyor.
Kapıya geldim dayandım, taksici güvenliği falan iplemedi, az önce bir kamyonun girdiği açık olan bariyerden haşırt diye içeri girdi. Kimse bana “huoop nereye geldin, yassah” falan demedi, hani gideceğim yeri bilsem, yürüyüp devam edeceğim. Neyse, güvenliğe döndüm, sordum. Kapı hiç düşündüğüm gibi nizamiye kapısı gibi değil. Tırlar falan da buradan giriş çıkış yaptığı için, oldukça basit, bir güvenlik kulübesi olan normal bir kapı. Fabrika binası oldukça mütevazi, dışarıdan iki katlı görünüyor. Alanı ortadan ikiye ayıran ve sistemdeki ulaşımı sağlayan bir orta yol-sokak var. Sağ taraftaki tek katlı bölüm depo, AR-GE testleri ve depoya gelen motor parçalarının üretim öncesi bileştirilmesi için kullanılıyormuş. Solda ise iki katlı bina üretim ve ofis binası.
Ofis ve müzenin olduğu bölüme hemen önümdeki bir merdivenden giriliyor. İkinci kata çıkıyorum. Tasarım ofisi ve müze burada. Alt katın tamamı ise üretime ayrılmış. Basın bölümündekilerin hemen hepsini tanıyorum. Silvia, Claudia ve bölümün patronu karizmatik Francesco abimiz beni karşıladılar. Önce bu katı dolaştık. Ofislerde tasarım ve mühendislik işleri devam ediyor. Ne olduğu konusunda tam bir ipucu vermediler ama tahminen yeni Scrambler üzerine çalışıyorlar. Yönetim birimi de burada. “Almanlar satın alınca bir değişiklik oldu mu?” diyorum, hayır, Audi satın alınca yönetimi olduğu gibi bırakmış.
Audi’den kimse yok deseler de çevredeki konutların önü Insbruck plakalı Audi’lerle dolu. Demek ki Audi’nin üretildiği yerden gelen bir takım ajanlar mevcut, Ducati’ciler farkında değil!
Fabrika binası ve mekanlar biraz eski yüzlü. Meğer olay şöyleymiş; fabrika alanı ve arazileri çok fazlaymış. Yıllar geçtikçe de şehir büyüyünce biraz fazla şehir içinde kalmış. Bundan önceki patron üretimi başka bir yerlere, tercihen daha şehir dışına ucuz bir yere taşıyıp buraları kat karşılığı rezidans inşaatına vermek istemiş. Bu sebeple binayı pek yenilememişler. Ama Audi’ciler gelince işler değişmiş. Onlar geleneğe önem verdikleri için üretimin burada kalması gerektiğini söylemişler. Bu sebeple yönetimi bile değiştirmemişler, üretime eskisi gibi devam ediyorlarmış.
Fabrika turu için yanıma bir mihmandar verip beni aşağı, üretime yolladılar. Girdiğim taraftan çıkıp orta yoldan binanın en arkasına yürüdük. Çalışanların “süpermarket” veya “çarşı” dedikleri yere geldik. Burada motosikletler için gereken motor ve yürüyen aksam parçaları istiflenmiş halde bekliyorlar. Bu bölümün bir kısmında da motor için gereken krank, piston gibi metal parçalar üretiliyor. Motosikletin motor parçalarının tamamını Ducati burada kendi bünyesinde üretiyor. Takdire şayan bir politika, dolayısıyla herhangi bir gereksinimde ihtiyaç hemen karşılanabiliyor. Fabrika bünyesinde olması kendilerine göre çok da gerekli olmayan boyama, plastik kalıplama gibi işleri ise dışarıda yaptırıyorlarmış. Özellikle boyamanın %90’ı fabrika dışında yapılıp hazır geliyormuş. Süpermarket olayını 1990’ların ortasında başlatmışlar. Gerekli olan parça listesi alışveriş arabasına eksiksiz olarak dolduruluyor, işin sonunda vida falan artarsa olayda bir terslik olduğu anlıyorlarmış. Böylelikle herşeyi “anında” kontrol altına alabilmişler.
Fabrika genelinde 1100 kişi çalışıyor. Bunların 200’ü yarış departmanında görev yapıyor. Motosiklet iki aşamalı olarak üretiliyor. Öncelikli olarak yukarıda bahsettiğim gibi motor adeta bir puzzle gibi motor üretim bandında üretiliyor. Bu çalışma yöntemini Porsche’den eğitim alarak geliştirmişler. 1990’larda Ducati’lerin güvenilirliği iyice düşüp motosiklet üretim kalitesindeki dedikodular ayyuka çıkınca; kendi kendilerine “bir dakika!” demişler. Gidip işi Porsche’ye sormuşlar. Porsche’den gelen mühendisler bu adamların çalışma stilini hizaya getirmiş. Porsche de aslında Toyota’dan aldığı “Kaizen” çalışma metodunu uyguluyormuş, nasıl yaptıklarını Ducati’cilere de anlatmışlar. Dolayısıyla, söylediklerine göre; şimdi üretim bandında Japon teorisine dayanan Alman modeli kullanıyor ve motorları İtalyan fantazisiyle üretiyorlarmış. Uuu beybi!
Bundan 25 yıl önce, müşteri ortada olmayan bir Monster ısmarladığında, teslimat süresi 9 ayı bulabiliyormuş. Öyle ki, motor müşteriye teslim edildiğinde ondan bir sonraki modelin piyasaya çıktığı durumlar bile yaşamışlar. Üstelik de günlük üretim maksimum 20 motosiklet olabiliyormuş. Yeni üretim sistemi sayesinde günde 300 motora kadar çıkabiliyorlar. Üstelik de teslimat süresini 40-50 güne kadar düşürmüşler. Motor stokta var ise teslimat elbette çok daha kısa sürüyor. Bir motor ünitesinin üretim süresi ortalama 70 dakika sürüyor. Üretimi biten motor bir askıya takılıp sızdırmazlık kontrolüne gidiyor. Burada motor petrol ile çalıştırılmıyor, yağı konarak bir elektrik motoru tarafından hareket veriliyor. Motor dakikada 3000 devir ile çevrilerek bütün hareketli parçaların tam olarak çalışıp çalışmadığına, sızdırmaz olup olmadığına bakılıyor. “Soğuk test” olarak adlandırılan bu çalışma her motor için tek tek yapılıyor ve gözle falan değil bilgisayar ile kontrol ediliyor. Ana fikir olarak kompresyon miktarına, yağın her tarafa ulaşıp ulaşmadığına ve sızdırmazlığa bakılıyor.
Şayet testten olumlu geçtiyse, motor hemen üretim hattına aktarılıyor. Yok geçemediyse, gerisin geri üretim bandına gönderiliyor ve dağıtılarak tekrar toplanıyor. Ducati müzesi ve fabrika, herkes için her çalışma gününde açık. Gelmeden önce internet üzerinden ducati.it adresinden rezervasyon yapılması gerekiyor. Son kontrol noktasındaki yeni Monster 696’yı görünce insanın içinden “yahu verin şunun anahtarını da Türkiye’ye bununla döneyim” diyesi geliyor, hatta kendimi tutmuyor söylüyorum. Hep beraber gülüşüyoruz, yönetimden Gherardo ile fabrikanın tonozlu çatılı nefis yemekhanesine giderek geziyi sonlandırıyorum. O gece rüyamda bir sürü Ducati görüyorum, anahtarlar cebimde…
Satış departmanından gelen isteklere göre görevliler buradan parça alışverişini yaparak malları buradan sonraki ilk bölüme götürüyorlar. Bu bölümde motor üretimi var. Oval bir bantın etrafında karşılıklı sıralanmış 30-40 adam düşünün, tamamının önünde bir motosiklet motoru var. Hemen arkalarında ürettikleri motorların parçaları, oradan parça alarak motorları adeta bir puzzle gibi birleştiriyorlar. Burada kullanılan aletlerin çoğu bilgisayara bağlı, dolayısıyla çoğu vida bilgisayar kontrolünde belli torklarda sıkılıyor. Hatta önlerinde hemen üstteki ekranlarda o esnada nereyi sıkacağı da bilgisayar simülasyonu ile gösteriliyor. Bir motorun birleştirilmesi bir kişi ve bir yardımcı tarafından yapılıyor, yani bant yürümüyor.
Motosiklet üretim bandına geçelim. Motor ünitelerinin üretildiği oval bant 3 adet, motosiklet üretim bandı ise 4 adet. Bunlardan ikisinde modeline bakılmaksızın üretim yapılırken, diğer iki banttan birinde sadece Multistrada, sonuncusunda ise Panigale üretiliyor. Biz ziyaretçi olarak hepsinin ortasından dolaşa dolaşa geçtik, ama ben her nedense Panigale’ye (!) dikkat ettim. Panigale hattına gelen tamamlanmış motor öncelikle bir iskelet sisteme takılıyor. Bilindiği üzere bu motosiklette şasi yok, 2009 yılında MotoGP’de yarışan prototipten alınma tasarım ile hava kutusunun içinde bulunduğu monokok kafa gidona ve motora bağlı, diğer herşeyi motor üzerine takıyorlar. Satışları ile Ducati’yi adeta kurtaran Multistrada’dan sonra Panigale teknolojik olarak bir adım daha ilerlediklerinin bir kanıtı gibi, heykelsi biçimde üretim bandındaki yerini alıyor. Motora önce egzozlar, radyatörler, ardından da monokok alüminyum şasi takılıyor.
Ufak tefek parçaların hepsi, motorla birlikte bir kutunun içinde geliyor. Diğer büyük parçalar ise üretim bandının hemen arkasında istifleniyor. Böylece çalışan kişi fazla yer değiştirmeden işine konsantre olarak motoru bir araya getiriyor. Panigale veya herhangi bir model için bu üretim sistemi çok farklı değil. Bir motosikletin ortalama üretim süresi 90 dakika. Monster için biraz daha kısa, Panigale için biraz daha uzun olabiliyormuş. Üretim bandında motorların giysileri üzerlerine takılmıyor, bütün işlemler motosiklet olabildiğince çıplakken yapılıyor. Panigale’nin çıplak haline hasta olduk. Bu görünüşten yola çıkarak “Panigale’nin çıplağı olmayacak mı?” dedim, mihmandarım güldü, daha önce David James’in verdiği cevabı verdi; “olmasına olabilir, ama onu yaparsak kimse almaz, zarar edebiliriz”.
Çıplak motorun üretimi sona erdiğinde motorun banttaki yolculuğu sona eriyor ve bantın sonundaki dinamometre testine gidiliyor. Burada motor artık çalışır durumda, üreten kişi motorun üzerine sırf dinamometre için yapılmış akülü bir sele koyuyor ve motoru ilk defa çalıştırarak dinamometre üzerinde kısa bir sürüş testi yapıyor. Kapalı bir oda olan bu mekanın her tarafı cam, iki ucunda da otomatik açılıp kapanan kapılar var. Burada bilgisayar komutları ile motorun hareketli ve elektronik bütün aksamı kontrol ediliyor; ABS, çekiş kontrol, vitesler, ışık sistemleri, hepsine tek tek bakılıyor. Bir kaç saat önce sadece bir metal ve kablo yığını olan bu alet şimdi 200 beygir üretiyor. Bir mucize mi? Hayır, sadece mühendislik ve İtalyan fantazisi işte…
Dinamometrede iş bitince emisyon kontrolü bölümüne geçiliyor. Burada dizi dizi liftler ve egzoz gazlarını emen hortumlar göze çarpıyor. Motor lifte alınıyor ve gönderileceği memleketin normalrına uygun olacak biçimde ateşleme haritaları ile donatılıyor. Panigale Japonya’ya gidecek acayip bir yandan egzoz takılıyor. Gören üretim hatası mı diye soruyor. Avusturalya’ya gidecek olanda dev gibi bir arka çamurluk var, orada mecburi imiş. ABD için egzoz emisyonları çok katı imiş, ona yazılımsal bir şeyler yapıyorlar.
Motor tamamlandıktan sonra bir kalite kontrol bölümüne geliyor. Burada çalışanlar motorun genel görünüşünü gözle ve elle kontrol ediyorlar. Buradan sonrasını biz görmedik ama anlattıklarına göre motorlar buradan 5 kilometre ötedeki bir depoya taşınarak burada tamamlanıyorlarmış. Depoda motora karenaj ve gövde parçaları takılıyor, kitapları ve aküsü paketle konuyor ve kutulanıyormuş.