Gerek dergi, gerek forumlarda olsun birçok yerde okumuşsunuzdur. Motosiklet kullanan insanların
genelde motosikletle tanışması ya babadan geçmiştir ya da mutlaka biri/birileri vesile olmuştur.
Benim tanışma hikayem ise tam tersi. Ailemde hatta çevremde hiç kimsenin motosikletle yakından
uzaktan alakası olmamasının yanısıra tesadüfen tanıştığımı söyleyebilirim…
Motosikletin apayrı bir duygu ve tutku olduğuna inananlardan oldum hep. Özgürlük, adrenalin, heyecan ve hatta korku gibi klişeleşmiş fakat tutkuyla paralel bu duygu hallerini yaşamanın doğrudan adresidir motosiklet. Her ne kadar motosikletle haşir neşir olmamız uzun bir zamana yayılsa da önemli olan ne istediğin ve hala onu istiyor olman. Bunun için de bir yerden başlamak, artık birkaç adım atmak gerektiği kaçınılmazdı. İlk yapmam gereken ise ehliyet almamdı.
Göstermiş olduğum özen ve özveri sayesinde önce teorik sonra da uygulama sınavını başarıyla tamamlamış ehliyetimi almıştım. Ehliyet olmazsa olmaz bir kural fakat herşey bitmiş değil, aksine daha yeni başlıyor.
Geçenlerde Harley-Davidson’un organize etmiş olduğu bir etkinliğe dahil oldum. Motor kullanıcılarının çoğunluğu Türkiye’de biraz zengin işi olduğunu düşünüp Harley’e uzak duruyor. Oysa ki Harley Avrupa genelinde satış adetlerinde 3. sıraya kadar yükselmiş, uygun fiyat, uygun ödeme kampanyalarıyla yerini oldukça sağlamlaştırmış görünüyor. Hal böyle olunca herhalde milletin bir bildiği var derken Harley’e de bir göz atayım dedim. Nasıl ve nereden eğitim alırım, nasıl Harley kullanırım diye düşünürken bir anda Harley-Davidson’un eğitim parkurunda buldum kendimi.
Eğitimin en büyük özelliklerinden birisi, grup eğitimlerinden ziyade bire bir veriliyor olması. İkincisi ise birbirini takip eden aşamalarda, trafikte pratik yapma özelliğini taşıyor olması. Temel eğitimin akabinde dilerseniz ileri sürüş eğitimi de alabiliyorsunuz. İlk etapta eğitmenim, motosiklet kullanırken ilk ve son 10 dakikanın önemini her daim vurgularken bu doğrultuda ayakların ve debriyajın çok büyük rolleri olduğundan bahsediyordu. Acemiliğin vermiş olduğu panik ve endişeyle tedirginliğimi belirtmem gerekir. Özellikle dur-kalk ve dönüşlerde bir hayli zorlandım diyebilirim. Her aşamada ısınma turları olarak düşünüp bir iki tur tekrarladığımda endişelerimi minimuma indirip artık motosikletle daha rahat kalkıp daha rahat dönebiliyordum. Ardından, her an her daim başımıza gelebilecek zor şartlarda hayat kurtaran çeşitli slalom teknikleri derken sanırım herkesin korkulu rüyası, yokuş eğitimi aşamasına gelmiştim.
Sanırım birçoğumuz yokuşun inmekten çok çıkmanın daha zor olduğunu düşünüyoruz. Yani en azından ben öyle düşünüyordum. Eğitmenimin bu konuyla ilgili, “yokuş çıkmak değil, asıl mesele yokuş inebilmekte” dediğini hala duyar gibiyim. Çıkmak da inmek de ilk denemede kolay olmadı tabi fakat sabır ve istikrar sayesinde çok mükemmel olmasa da çok daha iyi olduğum kesindi. Yokuş manevrasından sonra günün sonuna geldiğimizde artık kendimi trafiğe çıkmaya hazır hissediyordum. Bakalım kahramanı mızı trafikte hangi maceralar bekliyordu…