Muğla – Sakar Geçidine fena tutuldum, mutlaka her motorcunun bu geçitten geçmesi lazım.
Gezimin birinci günüm için evimden Bodrum’a kadar olan 770 km lik rota için yola çıkmadan önceki gün geç saatlerde haritaya kısa bir göz atarak planlamıştım, bu ilk gün tamamen varış odaklıydı. Esas ikinci gün benim için önemliydi, çünkü orada gezgin karakterini taşıyan ve plansız yolculuğum başlayacaktı ve kendimi yolların kaderine teslim edecektim. Çok sevinçliydim artık, çünkü ilk günüm geride kalmıştı ve artık tamamen özgürce sürüşüme devam edecektim. Plansız bir gezi ve nereye kadar gideceğimi, hatta nerede konaklayacağımı önceden belirlemeden yolculuk etmek elbette tedirginlik verebilir, ama sadece bu şekilde özgür ruhu yaşatan bir motosiklet gezisi olur bence. Çok teferruata gerek yok, sade olmak gerek ve sadece sürüşün tadını çıkartmak gerek, hiçbir şeyi çok büyütmeye gerek yok, her şey yolunda gidecektir. Marşa bas ve yola çık… o kadar.
Detaylı plan yaparak insan kendini kısıtlamış olmuyor mu? Birçok kişi için bu yaklaşım çok ters gelebilir ve gereksiz risk almakla eşdeğerdir. Siz de kendi bakış açınızla haklısınız, ancak benim elimde değil, bu tarz motosiklet gezisini seviyorum. Bu tarz sürüşü hiç yapmadıysanız, bir kez olsun deneyin. Sadeliği ve olanlarla yetinmeyi deneyin, ne kadar huzur bulduğunuza inanamayacaksınız ve motorunuzu daha da çok seveceksiniz, çünkü yollarda tek başınızayken tek dostunuz o olur. Sadeliği ve yeni bir günü öylesine geldiği gibi yaşamayı seviyorsanız tabii bunları yapın, yoksa plansızlık sizi üzer. Kendini hayatın akışına bırak ve yolun seni nereye götürdüğünü izle.
Zorluk derecesi belli bir sınıra kadar güzeldir benim için, aldığım adrenalin beni mutlu eder. Zorluk derecesi sizce nedir? Bunu belli ölçülere veya kalıplara bağlayamayız, herkese göre değişkendir. Benim zorluk derecem ıssız yerlerde yalnız yollarda olmakla başlar, ayrıca kadın olarak tek başına yolculuk etmemdir. Bu ciddi bir durum, ıssız yerlerdeyken yolda bir aksilik olsa tek başınıza olmak kolay çözümleri baştan yok eder. Kadın olmak da başlıca bir tehlike yaratabilir, kötü niyetli insanlar nedeniyle çoğu kişi hala bu tip gezilere tek başıma yola çıkmamı doğru bulmaz. Zaten yalnızlık bile kolay değildir, ama ben korkudan ziyade cesaretimi ve özgüvenimi yaşarım. Çok beğendiğim manzaralı bir yerde veya sadece durmam gerekiyorsa her zaman etrafı kontrol eder sonra dururum, daima beynimdeki kontrol mekanizmam devrededir. Motorun marşını kapattığımda kuşların sesi veya ağaçların yaprak hışırtısından başka hiçbir ses yoksa motosiklet gezimin en tatlı anlarından birini yaşarım. Havalar da tam motosiklet için idealdi o günler, ne soğuk ne sıcak, hem terleme yok hem üşüme de yok. Ekim sonuydu, muhteşem bir gezi mevsimi bence. Elbette bu iyi hava sabit değildir bu dönemlerde, hatta sadece birkaç gün sonra gezimin dönüşünde hava neredeyse 0 dereceydi ve saatler süren şiddetli fırtınalı sağanak yağışta gitmiştim, ama şimdi dönüşü boş verelim, gelelim gezinin başına. İkinci günümün sabahında Bodrum’da kahvaltımı ettikten sonra gündüz gözüyle merkez ve kale manzaralı yerlerde dolandım biraz, hemen yoluma devam etmemiştim, fotoğraf çekmek için vakit ayırmak istedim. Neden her fotoğraf karesine motoru da dahil etmeye çalışırız ki, manzarayı tamamlamak için mi yoksa motora güzel bir arka fon yaratmak için mi acaba bütün bu çabalarımız?
Herkes bilir bu durumları, fotoğrafı çekmek için motorun duruşu ayarlanır, arka manzara ikinci plandadır genelde ve iyi bir arka fon olur. Neyse, Fethiye istikametine yola çıktığımda, Bodrum çıkışından devam ettiğimde Torba’yı da geçtikten sonra denizin kıyısından nefis kıvrımlı bir yol başlar. İşte o yolu çok severim, Torba ve Güvercinlik arası bu güzergah çok tatlı virajları olan harika bir yoldur. Nasıl olduysa o sevdiğim yol bittikten sonra devam edemedim, virajlar bana yetmemişti. İllaki tekrar bu yolda sürmeliydim ve hiç düşünmeden Torba istikametine geri döndüm. Evet, ciddi ciddi geri gittim. Sırf yolu tekrarlamak için döndüm ve o virajları tekrar geçtim. Tek kelimeyle harikaydı. Yolda oyalansam bile rahat rahat hava kararmadan akşam Fethiye’ye varmış olurum diye tahmin yürütüyordum, çok fazla bir mesafe yoktu çünkü, Bodrum – Fethiye arası sadece 240 km kadar bir mesafe var. Çift sürdüğüm yolları hesap etmezsek tabii, daha sonra başka yerde yine buna benzer bir geri dönme olayını yaptım. Elbette yolda hiç durmadan sırf gaza basıp gitsem 3 saatte en geç Fethiye’ye ulaşmış olurdum, ama ben bunu istemiyordum. Yolculuk esnasında beğendiğim yollara girip ”Bir bakayım bu yol nereye gidiyormuş?” deyip sapmalarım daima olur. Bu şekilde fotoğrafçılığı, sessizliği ve sadeliği ve doğa tutkumu en iyi şekilde motor sürerek yaşayabiliyorum. Sonunda çok şükür yola devam ettim ve Milas’ı geçtim, birkaç şeritli geniş otoyolda gidiyordum. Milas’dan aşağı yukarı 30 km sonra yol kenarında sarı renkli bir turistik tabela gördüm, “Stratonikeia” yazıyordu. Merak ettim, durdum. Her sarı levhada durmuyorum tabii ki, yoksa hiç yol alamam. Bu sefer ama durdum, neden bilmiyordum, burnum sanki bir şeyler algıladı. Çakıllı topraklı bozuk bir yolu vardı, acaba o yola girsem mi, değer mi yoksa anayoldan istikametime devam mı etsem diye düşündüm bir an için. Düşünüyorsam merakım daha da zirveye çıkıyor demek ki ve vazgeçmek yoktu artık. Bu spontane gelişen yoldan sapma olayın ta kendisidir, ne kadar uzak bir mesafeye ve nasıl bir yere gideceğimi bilmiyordum. Yol aşağıya doğru devam etti, bir çatala geldim, sol tarafa saptım. Aynı tarz bozuk yol devam etti ve birden eski zamanlardan kalan kalıntı gibi taşlar gördüm. Kocaman kare kare beyaz taşlar ve duvarlar… Ben nereye geldim ki? Nasıl yani? Etrafım tarihi eserlerle doluydu ve ben hala motorun üzerinde sürüşüme taş sokaklarda yavaş yavaş devam ediyordum. Olaya inanamadım, motoru park etmeden devam ettim şaşkın şaşkın. Resmen demir atın üzerinde açık hava müzesi olan bir Antik Kentin tam ortasına girmişim. Etrafımda sütunlar, harabeler, evler, merdivenler, duvarlar ve tarihi taş sokaklar vardı sadece.
Artık ben ben değildim, ismimi soran biri olsa ismimi bile bilemeyecek kadar kopmuştum. Bulunduğum yerde motorla geziyor olmak beni adeta mest etti. Taş duvarlarla çevrili sokaklar çeşitli yönlere devam ediyordu. Tiyatro, okul ve hamamı bile vardı. Zaman durmuştu artık benim için, ne kadar orada oyalandım ve gezdim ve fotoğraf çektim hiçbir fikrim yok şu an. Mest olmuştum, zamanın ne önemi vardı. Tarihin ayak izlerinin bulunduğu yerlerin üzerinde Yamaha XJ6 imi sürmüşüm ben. Bu ziyaretimin tamamen sürpriz gelişmiş olması aldığım keyfi katlıyor, merakımın peşinden gittim ve olaya bakın. Bu olay işte tam bahsettiğim plansızlığın kattığı lezzettir, önceden burayı bilseydim ve planlamış olsaydım ne bir sürpriz yaşardım ne de yaşadığım şaşkınlığım olurdu. İstediğim budur benim, şans eseri görmemiş olsaydım o da kabulümdür. Yoluma devam ettiğimde ilk fırsatta midem için durmalıydım artık, çünkü iyice acıkmıştım. Motosiklet sürerken öyle güzel acıkıyor ki insan, yemek yemek en zevkli aktivitelerden biri oluveriyor. Has Bahçe adında bir tesis gördüm, önünde geniş park imkanı olan ve gözüme de kestirdiğim bu tesiste mola için durdum. Hemen siparişimi verdim ve masamda haritamı açtım, “Acaba şu an nerelerdeydim?” Guruldayan midemi susturduktan sonra yoluma devam ettim. Muhteşem ve meşhur Sakar geçidine geldiğimde iniş öncesinde durdum, tabelada rakım: 670m yazıyordu. “Bakalım beni nasıl bir yol bekliyor” diyerek iniş yoluna devam ettim. Çok etkilendim, o yolun bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. “Bu nasıl harika bir yoldur, bu nasıl güzel virajlar böyle” deyip durdum kendi kendime. Yapılan yeni yollar ve çevre çalışmalarını gerçekten çok başarılı buldum. Sakar geçidi Mugla – Marmaris karayolu üzerinde bulunan ve Gökova’yi Mugla’ya bağlayan tepeden deniz seviyesine inen geçittir. Kargasekmez olarak tabir edilen keskin virajlarıyla bu geçit epey bir üne sahiptir. İnişteki ova ve Gökova körfezi manzarası her şeye değer deniliyor, ancak benim gözüm manzara bile görmedi. İnanılmaz keyif aldığım o virajlara ve inişe hasta oldum. Manzara seyri için bir Sakartepe Seyir Terası bile varmış, 900 metre yükseklikten Gökova Körfezini görebiliyor muşsunuz, fakat hiç orayla ilgilenemedim bile. Tepeden iniş, o atmosfer ve o keskin virajlar beni benden aldı resmen. İndiğimde ve virajlar bittiğinde kenarda durdum, inişi tekrar yaşamak için geri dönmeliydim ve uygun anı bekledim. Hiçbir şekilde ikinci kez bile düşünmeden, sanki yolu geri gitmek, dönmek dünyanın en normal şeyi imiş gibi Sakar geçidini geri tırmandım.
Tepeye vardığımda müsait bir yerde yine döndüm, tepeden inişi yapmak için esas yolumun istikametine girmiştim tekrardan ve yine yeniden o inişi o virajları yaşamak artık an meselesiydi. Bir çocuğun oyun parkında ki halleri gibiydim sanki, tekrar aynı kaydıraktan kaymak için hep bir daha bir daha tırmanıp yine kaydırağın başına gelmiş bir çocuk gibiydim. Eğlenmek ve keyif almak bu kadar basittir. İçimizdeki çocuk motor üzerinde olunca böyle çift dikiş yollar yapabilir, bunu da bu gezide o gün öğrenmiş oldum. Bir çocuk gibi sade ve mutlu olun, motor sürerek bunu yaşayabilirsiniz.