Venedik’te San Marco meydanında bir pastanenin içerisinde güvercin görmüştüm. Telaşlı telaşlı pastanenin içerilerine yürüyerek ilerliyor ve kasanın önünde alış veriş yapanlardan dökülen kırıntıları topluyordu. Bir Allah’ın kulu için ne ilginç ne de garip bir manzaraydı; hayatın kendisiydi.
Geçen ay da Amsterdam’da arabayla otoparka girerken kuğu çıktı önüme. Biraz arıza, kafası bozuk herhalde homurdanıp duruyor. Çekilmedi yoldan. Ben biraz sağından geçip gidebildim.
Yeni Cami’nin avlusunda 500 senedir güvercin beslenmesine rağmen neden oradaki hiçbir güvercin gelip de Mısır Çarşısı’nın kapısından girmez içeri? Neden çiçek pazarındaki akvaryumcuların kuşyemi paketlerinden dökülenleri tırtıklamaz. Üstelik kedi de yoktur oralarda. Neden?
Peki soruyu bir de şöyle sorayım; Neden Vespa reklamlarındaki o zarif hanım bizim şehirlerimizde olmaz? Avrupa’da çantasını bacaklarının arasına sıkıştırıp scooter’ına binen, bisiklet zincirine sarmasın diye eteklerini poposunun altına alan kadın olmaması kadınların medeniyetsizliğinden midir? Uzakdoğu’da iki hatta üç kadını tek bir motosiklet üzerinde görmen, pazarda pirinç görmen kadar normaldir. Güle oynaya eğlenerek giderler üstelik bir de. Bağıra çağıra, umursamazca.
Ülkemizde iki genç kızın bir scooter’da yaz günü efil efil rahatça gezebileceği tek yer belki Bodrum’dur. Her şehirde üniversite varken neden o şehirdeki okulundan evine, yurduna böyle gidemez
Güvercinle kadının problemi aynıdır Türkiye’de. Çünkü her yerde avcı vardır. Vahşidir burası. Kediler, insanlar; herkes kuşları yer. Yavrusunu severken bile kullanılan kelime; “Yerim seni ben”dir. Bilinçaltında sindirmek, hazmetmek, onu sönümlemek yatar. Pisletiyor diye balkondan yumurtaları atılır, ses yapıyor diye çatı aralarında yuvaları tıkanır. Sonra da cami avlusunda hayrına yem verilir. Aynı paradokstur aslında.
Türkiye’de herkes çamurdan nefret etmesine rağmen arazi aracı almak ister. Çiftliği olmayan adamın çiftesi, pompalısı ruhsatlısı ruhsatsızı bir silahı yoksa bile alma hayali her zaman vardır. Erkeklerin bir çakısı hep bulunur bir yerlerde. İşlevsel çakılar yerine daha sivri olan, sustalı gibi otomatik açılan, daha keskinler tercih edilir. Merter’den Bayrampaşa’ya giderken geyik avlayacak sanırsın.
Herkes, neredeyse tüm erkekler avcıdır çünkü. Orman gördü mü konu bıldırcın, keklik, sülün etrafında geçer. Karnı aç olmamasına, beş tanesiyle bir kişinin doymayacağını bilmesine ve hatta yememesine rağmen fırsatını buldu mu o güzel gagalı kara tavuğu vurmak keyiftir onun için.
Avcıdır o. Hayatında hiç ava çıkmamış olanı da avcıdır. Kafası öyle çalışır. Bir dağ kulübesi gördüğünde “Karda ördekler kapıya kadar geliyordur ha. Camdan vurursun valla” hayaliyle bezenir. Daldaki kuşa hiç olmadı bir taş olsun atmaktan keyif alır. Genetiğinde vardır ve düzeltememiştir. Ve aynı anda çapkındır, vandaldır, zamparadır da. Ahlaksızlığının ahlakı vardır ama. Kendi sokağındaki bir kadına birisi baktığında, laf attığında işi cinayete bile vardırabilir ama yan sokakta ne var ne yoktan geri kalmamıştır hiç. Erkek hikayeleri yakası açılmadık yalanlarla süslüdür.
O yüzden yalnız başına motosiklete binen bir kadın gördüğünde aklına avcılığı gelir. Bir taş olsun attığı gibi hiç değilse bir sıkıştırır. Arabanın içerisinden o motosikletteki kadının kendisini keşfedeceğini zanneder. Bu yüzden görünür olmaya çalışır. Gördüğü küçücük tepkide ise aşağılanmış hisseder. Vuramadı ya, arkasından boşluğa bir el daha ateş edebilir, biraz daha sıkıştırır. İntikam kırıntısıdır o. Motosiklete değil kıçına bakar. Bir estetik bütün olarak veya insan olarak görmez onu, fetişist ütopyaları sıçrar işleyen yüzde 10 beyin hücrelerinde.
Genelleme yapıyor gibi mi oldum? Yoo. Kardeşim; 16 yaş altındaki çocuklara suiistimalde bulunan tescilli sapık sayısının kaç olduğunu öğrendin mi? Yazının tarif kitlesi o kitledir.
Ve ne yazık ki burası Türkiye’dir. Güvercinler elinden ekmek yiyemez, kadınlar motosiklete binemez. O yüzden, Dünyanın her yerinde olmayacak kadın aleyhtarı işler bizim buralarda olur. Her yerde avcı vardır çünkü.
Yorumlar
Loading…