Kocam motosiklet sürmeyi öğrenmeye başladığında, eve her geldiğinde yüzünde güller açıyordu.
“Pınar mutlaka sen de öğrenmelisin, tam sana göre bir şey.”
Bense daha yeni çocuk doğurmuş (yeni dediğime bakmayın neredeyse 1 yaşına yaklaşmıştı 🙂 ) , lohusalığı üzerinden tam atamamış, işyerinde çocuğa süt hazırlayan falan bir kadındım o sıralar. Düşündüm dedim ki, yok, ben şimdi bir de motora binersem, kesin abartırım, kondisyon ister o iş bir de, öyle sopa gibi sürülmez, iyisi mi ben hiç girmeyeyim o işe.
Ama Murat’ın o mutluluğundan o kadar etkilendim ve onla bunu paylaşmak istedim ki, sonuç; tamam yahu! öğrenelim bakalım.
Motosiklet ehliyeti alabilmek için kursa yazıldım. Ulus nahiyesinde kapalı alanda eğitim veren bir kursumuz var. Sevdiğimiz de bir öğretmen arkadaşımız. Barış Sucu. Onunla başladık motosiklet derslerine. Scooter ile başladık ve vitesli motosiklete geçiş yaptık. YBR 125’ler vardı o zaman. Her tarafı demir korumalarla kaplı emektarlar:), candır o motorlar, tüm acemilerin can dostudur.
Barış beni scooter üzerinde ilk gördüğünde, “bayağı yeteneklisin” dedi.
O zaman moral olsun diye mii, hakkaten öyle düşündüğü için mi dedii, bilmiyorum doğrusu 🙂 O gazla devam ettik derslere. İşten bulduğum her fırsatta eğitim alanına gidiyordum.
O zamanlar Bakırköy tarafında oturuyordum ve gün içinde Bakırköy’den Ulus’a eğitime taşınıyordum, çoğu zaman yanımda süt pompamla birlikte 🙂 Beklerken çocuğun sütünü hazırlayıp, sonra motorun üzerine atlıyordum.
Ve işi organize etme çabasına, istanbul içindeki o berbat trafiğe, tüm o süt sağma tantanalarına, lohusalığın verdiği ekstra kilolara bakmadan, devam ettim, öyle ya da böyle.
250’lik motor başta ne kadar büyük gelmişti gözüme. Honda’nın 250’lik bir komuterine geçmiştim. Modelini hatırlamıyorum. Sonra da gri depolu bir 500’lük vardı hiç unutmam. muhtemelen duruyordur hala. Deposu falan pek büyük gözükmüştü gözüme.
Müthiş heyecanlıydım; çünkü cc büyük ya, ya kafama geçirirsem diyordum 🙂 ama Barış hep, “senin elinin ayarı çok iyi, merak etme sorun olmayacak” dedi, olmadı da.
Elimin ayarı; el ayarı hakkaten müthiş önemli. Gaza birden harş diye yükleniveren herkesin kafasına geçebilir motor öyle ya da böyle. Tatlı tatlı, yumuşak yumuşak denemeli o gaz ne kadar dönüyor, nasıl bir ivme veriyor, azar azar hissetmeli.
Her ne kadar benimkinin doğal olarak iyi olduğunu söylese de eğitmenim, onu geliştirmek için bana eziyet gibi kim bilir kaç ders boyunca 2. vitesten yukarı çıkarttırmadı. sürekli 1 ve 2’de doğru gazda manevra çalıştık, “ya şurda bi 3’e atayım!?” “yok!”. Dur, kalk, dön, slalom, yokuşta dur, kalk, dön, in, çık… ve sanırım hakkaten de işe yaradı, motor kafama geçmedi 🙂
Böyle bir başlangıç tüm yeni ve geç başlayanlar(çocukken başlamayanları kastediyorum) için gerekli. Motorun nasıl bir alet olduğunu anlamak, onu tanımak, el ayarı geliştirmek, dengeyi bulmak, dengeyle gazı-hareketi barıştırmak, en önemlisi, sürerken nereye bakacağını öğrenmek.
Dönüş yaparken başını ne zaman, ne kadar çevireceğini, hangi noktaya bakacağını öğrenmek ve bakışını aşağı düşürmemek.
Bakış aşağı düştüğünde, yani sürerken önündeki asfalta doğru bakmaya başladığında, insanın hız algısı değişiyor.
Daha hızlı olduğunu hissettiriyor önünde akan asfalt, . Bu da insanda tedirginliğe, yahut karaktere göre paniğe sebep olabiliyor.
O panik kaslara sinyal gitmemesine, kasılmaya(Kolların kasılması en kötü şey) ve en nihayetinde motoru yönlendirememeye sebep oluyor. O yüzden bakışınızı yere düşürmeyin. Bu şey gibi, başın öne eğilmesiiinn aldırma gönül aldırma 🙂
Ve işte tüm o yeni annelik, avukatlık, iş güç, İstanbul ve daha nice tantananın arasınde, yeni bir şey doğmuştu hayatıma. Sonradan çok ama çok anlamlı gelecek yeni bir şeyin başlangıcı.
Şairin dediği gibi, her başlangıçta yeni bir anlam vardır. Ama ben başladığımda o anlamın buralara kadar geleceğini hayal dahi edemezdim.
Yorumlar
Loading…