125 cc’lik Goldwing
Piyasaya sessiz ve sakin giriş yapan Honda’nın küçük skuteri kısa zamanda şehirli skuter kullanıcıların sevgilisi haline geldi. Yalnızca ülkemizde değil tüm Avrupa’da yakaladığı bu başarının nedenini merak edip PCX’i test etmeye karar verdik. Geniş selesi üzerinde geçirilen 3000 km boyunca yan mahalleden ekmek almaktan, köprü trafiğinde gymkhana yetenekleri sergilemeye, pazar günü yolcu ile sahil gezintisi yapmaktan, güzel havanın cazibesine kapılıp şehirdışı yolculuklara çıkmaya kadar birçok farklı sürüş gerçekleştirdik. Bir tek motocross parkurunda tur atmadığımız kaldı, ona da açıkcası gerek görmedik.
İlk Buluşma:
Beyaz bir gelinlik giymiş gibi beni bekleyen bu şık motosiklete yaklaşıyorum. 125 cc’lik bir skutere bineceğimin farkındayım ancak karşımda beklentilerimin üzerinde estetiğe sahip bir motosiklet çıkıyor. Beyaz tülüne sarılmış beni bekleyen bir yunan prensesi görünümündeki PCX’e yaklaşınca farklı bir skuter deneyimi kazanacağımı anlıyorum. Henüz seleye oturmadan dış görünüş olarak tatmin edici bir tik atıyorum not defterine. Bakışlarını Honda’nın yüksek hacimli motosiklet ailesinde de kullanduğı far tasarımından almış olması PCX’e küçük bir skuter muamelesi yapılmadığını belli eden ilk detay oluyor. Seleye oturup araçla bütünleştiğim ilk anda göstergeler ile tanışma ve alışma süresi oldukça kısa sürüyor. Oldukça okunaklı analog hız göstergesi, dijital bir benzin göstergesi, trip metre, sağ ve sol sinyal için ayrı olarak çalışan sinyal göstergeleri ve henüz ne olduğuna anlam veremediğim bir başka ışık hemen gözümün önünde ve kısa bir bakış atılarak bile kolayca okunabiliniyor. Honda’nın davetkar kokpitine alışmak çok kısa zaman alıyor, her şey yerli yerinde, diğer skuterlerden farklı bir tarza sahip olmasına rağmen şaşırtıcı derecede alışıldık ve dahası şık. Orasını-burasını biraz daha kurcalamaya devam ederken ön konsolun solunda, içerisine cüzdan, OGS cihazı belki yumuşak bir eldiven koyacak kadar hacme sahip bir torpido gözü keşfediyorum.
Tasarımında kullandığı radikalliğin tüm aleme ün salmış kullanıcı dostu kimliğini zedelemesine izin vermeyen Honda bu sayede şıklık ve pratikliği bir arada sunduğunu gösteriyor. Bu küçük alan böyle değerlendirildiyse sele altı bölümü nasıl değerlendirimiş acaba diyerek kontak anahtarının yanında bulunan buton ile tek basışta seleyi açıyorum. Şaşırmadım, bir full-face kask, ve eldivenleri rahatça alabilecek bir hacme sahip, bu boyuttaki bir skuter için oldukça iyi. Her tarafını kurcalladıktan sonra yola çıkmak için kontağı çeviriyorum.
Motor: Yumuşacık.
Göstergelerin mavi-beyaz-kırmızı renkleri ve 180 derece haraket eden işaret okuyla sürücüsünü karşılılayan PCX’i çalıştırmak için parmağımı marş butonuna götürüyorum. Bir skuterin üzerinde olduğumun bilinciyle önden ağlak bir marş motoru sesine ve ardından tek silindirli motorun titreşimiyle üzerindeki görüntünün ekspresyonist resim tablosuna döneceği aynaları beklerken adeta bir meditasyon halinde aşağılarda bir yerlerde -sanıyorummotor çalışmaya başlıyor. Çalıştırma ve rölanti o kadar sessiz ve yumuşak ki bunun içten yanmalı, benzinle çalışan bir motora sahip olduğuna başlarda şüpheyle yaklaşılabilinir. Motorun bu denli yumuşak çalışmasının ve çalışmaya devam etmesinin sebebi Honda’nın ESP (Enhanced Smart Power) adındaki, motor içindeki sürtünmeyi minimuma indirerek hem yakıt tasarufu hem de az titreşim sağlayan sistemi. Ateşleme butonuna basıldığında ciyaklayan bir marş motoru sesi duymamasının gizemli sebebi ise, evet, bir marş motorunun bulunmaması. PCX’in alternatörü hem aracın ihtiyacı olan elektriği üretme hem de krankı harekete geçirme görevini üstleniyor. Dahice. Motor yumuşak ancak miskin değil. 125 cc olmasına rağmen sıvı-soğutmalı motora sahip olan skuter 11,3 beygir güce sahip.
PCX ile yola çıktıktan bir süre sonra 125cc’lik bir skuterin üzerinde olduğumu unutuyorum. Geniş selesi ve ayakları uzatmaya imkan veren oturuş pozisyonu öylesine rahat ki adeta küçük bir Goldwing sürüyormuş hissine kapılıyorum. Geniş yollarda PCX yolun üzerinde adeta akarak ilerliyor. Titreşimden neredeyse eser yok, aynı hızda sürekli dümdüz gidilirse böylesine güzel, sessiz ve yumuşak ilerleyen bir skuter üzerinde bulunmak sele üzerinde mayışmaya sebep olabilir.
Ruhunda Goldwing Saklı
PCX’in bu özelliği beni bir haftasonu Super Ténéré veya Versys’lerin arasından İstanbul’dan yola çıkıp Ağva üzerinden Kerpe’ye gitmeye kadar cesaretlendirdi ki yolda gördüğüm diğer yolculu PCX’ler ile bunun o kadar da saçma bir fikir olmadığını anladım. 80 km hızla oldukça konforlu ilerlemek mümkün, bu hızın biraz üzerinde ise motor titreşimini yine minimumda tutmaya çalışsa da daha yavaş gidilmesini tercih edeceğini belli ediyor ancak yine de Şile otobanında kesintisiz şekilde 90 km/s hızla sorun yaşatmıyor. PCX fazla atak değil ancak yayvan oturuşuna rağmen oldukça kıvrak. Dengeli yapısı sayesinde kontrol edilmesi de kolay, özellikle kadın veya yeni sürücüler için tercih sebebi olabilir.
Hangi hızda olursa olsun gidon bırakıldığında araç yalpalama yapmaksızın istikrarlı şekilde ilerlemeye devam ediyor. Ön süspansiyon 14 inch’lik jantın da yardımıyla yoldaki engebeleri veya çukurları güzelce emiyor, ancak aynı başarıyı arka amortisörler için söylemek mümkün değil. Olması gerekenden biraz daha sert olan arka amortisörler beklenen performansı ancak yolcuyla yapılan sürüşlerde gösteriyor. PCX’in frenlerini önde Nissin marka kaliperin ısırdığı disk ve arkada kampana sitemden oluşuyor. Frenler her türlü durumda tam puan aldı. Honda’nın CBS’i (Combi Brake System) arka fren sıkıldığında bir miktar ön freni de sıkıyor. Bu donanım özellikle yoğun trafikte araçların araısından kıvrılırken, seri şekilde gaz-fren yapılma durumunda ne kadar yararlı olduğunu gösteriyor. Sağ el gazdayken yalnızca sol manet sıkılarak istenilen ani fren gücü elde edilmiş olunuyor. Her skuterde olması gereken harika bir özellik.
Haydi güzelim, atla da gezelim.
PCX ile birlikte geçidiğimiz 3000 km boyunca birçok farklı yapıya ve beklentiye sahip yolcuyla seyahat ettik ve hepsi bu görüntüde büyük, cc’de küçük skuter üzerinde geçirdiği süreden memnun kaldılar. Yolcu selesi küçük görünmesine rağmen oldukça rahat bir oturuş sunuyor. Aracın tasarımını bozmadan akıllıca saklanmış tutamaklar ise geniş ve yolcuya istediği şekilde tutma imkanı veriyor. Kolayca açılıp kapanabilen yolcu ayaklıkları geniş olmaları ile konfor sunuyor, ayrıca doğru konumlandırılmış olmaları ile de uzun süre dahi sele üzerinde kalındığında herhangi bir diz ağrısına davetiye çıkartmıyor. Arka selenin biraz daha yüksek olması yolcu için daha keyifli bir yolculuk sunuyor.
Devir Ekonomi Devri
Başlangıçta otomobillerde kullanılan start-stop sistemini Honda bu radikal skuterinde de kullanmış. Seleye ilk oturduğumda göstergede gördüğüm ve bir motosiklette bana yabancı olan bu ışığın sistemin açık olup olmadığını belirten uyarı lambası olduğunu anlamam uzun sürmedi. Sağ kontroller üzerinde bulunan buton ile kontrol edilen sistem sayesinde araç tam anlamıyla durduğu ve gaz kesildiği andan itibaren 3 saniye sonra motor kendisini kapatıyor. Gaz kolunun tekrar açılmasıyla motor anında çalışarak arkada bekleyen sabırsız ve huzursuz otomobil sürücüsünün kornaya basmasına fırsat vermeden harekete geçiliyor. PCX’in verimli motoru bu sistemle de birleşince, eh biraz da paşa kullanınca 100 km’de 2 litre gibi rekor bir yakıt tüketimi elde ettik. Az yakmak için bu kadar çaba sarf edilmeyen sürüşlerde ise PCX 2.5 litre yakıyor.
Güzelin Kusuru
Elbette PCX kusursuz bir motosiklet değil ancak sahip olduğu özellikleri ile sınıfında bulunan diğer modellere göre zayıf yönlerini en iyi kamufle eden model diyebiliriz. Kullandığımız aracın üzerinde olan IRC marka lastikler özellikle ülkenin hali malum asfaltında, hele bir de yerler ıslaksa bol bol adrenalin salgılanmasına yol açıyor. PCX’in konforunu ve sürüş zevkini yaşarken güvenliğimi de sağlama alayım diyorsanız daha iyi tutunan bir lastikle değiştirmenizi öneriyoruz, yok beni zaten bu kadar yumuşak ve rahat bir motosiklet bayar, ben biraz da heyecan istiyorum diyorsanız adınıza ve geniş aydınlatma sağlıyor, özellikle arabaların altından fırlayacak kedilerin önceden tespiti için ideal. Çift fara sahip olması ise motosiklet dünyasından pek haberi olmayan bir otomobil kullanıcısını bunun büyük hacimli bir motosiklet olarak algılanmasını sağlayıp normalde bu cc’deki bir motosiklete yapılacak olan muamelenin yerine daha saygın bir yaklaşım sergilemesini ve bir miktar da olsa adam yerine konulmanızı sağlıyor. Yine de aydınlatması tam puan almak için gereken niteliklere sahip değil.
Skuter zaten alçak bir yapıya sahip olmasına rağmen bir de farlar alçak konumlandırılınca öndeki araçla aradaki mesafe yeterli değilse dikiz aynasındaki görünmez adam oluyorsunuz, ki bu olmak isteyeceğimiz son şeylerden biri. Bir başka eksiklik ise gündelik kullanımda eksikliğini çokça hissettiren saat. Evden işe, okula, bankaya, şehir içindeki koşuşturmacada bir yerden ötekine yetişme çabasında en büyük yardımcılardan biri olan skuter üretirken start-stop sistemi koymayı akıl edip de neden kocaman alana sahip göstergeye ufak bir saat koymadığını Honda amcaya soruyoruz. Hem şık tasarım hem de yüksek teknoloji birleştirmeyi amaçlayan komplike denklemlerin arasında sanıyoruz bu küçük detay gözden kaçırılmış. Gözden kaçırılan diğer bir detay ise arkada top-case takacak bir tabla bulunmaması. Evet, PCX’in şık tasarımına kaba bir tabla pek yakışmazdı belki ama sürücülerin sık sık bir arka çantaya ihtiyaç duyacağı gerçeği de göz ardı edilemez. PCX’e arka çanta takmak mümkün ancak bunun için elinize matkabı alıp kuyruk kısmına gaddarca delik açmanız gerekiyor. 100 km’de 2 litre benzin yakan 11,3 beygirlik bir motor üreten Honda’nın bundan biraz daha iyi bir çözüm bulmasını beklerdik açıkcası, bu şekilde biraz “Sanayide düzelttir abi istersen” olmuş.
Honda PCX bu küçük eksikliklerine rağmen 125 cc bir skuter için kesinlikle üst düzey donanım ve teknoloji sunan bir araç. Üstelik bir skuterin sunacağı kullanım alanından çok daha fazlasını iyi şekilde sunuyor. Ekonomik, kullanımı basit, kıvrak, yeterli güce sahip ve konforlu. Hepsinden de önemlisi kullanımı keyifli. Beraber geçirdiğimiz 3000 km boyunca kaskı takıp marşa basmadan önce her defasında heyecan ardından keyif duydum, kaskın içinde sırıtan bir surat, skuterimle mutluydum. Hele bir de benzin istasyonlarında bozuk para ile ödeme yapınca, korkunç sıkışık trafikten kolayca sıyrıldıkça, ılık bahar havasında yolcumla tatlı tatlı gezdikçe, en önemlisi de tüm bunları 125 cc’lik bir skuterle yaparken bile bir dükkanın vitrin camından yansıyan görüntüme baktığımda kendimi beğendikçe PCX’e olan saygım daha da arttı. Kalitesi ve huyu ile tam anlamıyla bir Honda olan PCX kesinlikle elde ettiği başarıyı hakediyor.