Bir hocam vardı, kadın bir hoca, üniversite zamanında, kendisiyle aynı sıralarda okumuş olmaktan ve kendisinden ders almaktan gurur duyduğum bir hukukçu. Bir gün, derste sohbet ederken, kızlara yönelerek dedi ki
“Kendinizi, aklınızı domestik şeylerle harcamayın. onlara ne kadar gömülürseniz, keskin zekanızı o kadar törpülersiniz”.
Elbette ki domestik şeylerle uğraşmak da ayrı bir tatmindir, ve ben de bol bol uğraşmışımdır, o ayrı konu, ama benim bu sözü hatırlamamdaki esas sebep, asıl yapabileceklerimizi kenara bırakıp, gündelik şeylere kendimizi kaptırma hastalığımız ve bunun getirdiği auto destruction (kendini yok etme).
Bazen, içten içe yapabileceklerimizin farkında olmamıza rağmen, “ay dur şimdi şunu yapmam lazım, sonra bunu yaparım” deyip, bir şeyleri kenara bırakma ve asıl hedefimizden ve bizi esas mutlu eden şeyden sapma eğilimi gösteririz.
İşte ben de, ehliyetimi alıp trafiğe, yollara çıkma hevesine geldiğim sırada kendime bir CBR250R almıştım.
Küçük cc’lerde en hoşuma giden modeldi o zaman. Bir Repsol. Özel olarak aradım buldum, bayilerde repsol yoktu o sıra. Çok severek, hevesle satın aldım. Kasadaki halini, ilk sürdüğüm zamanki hislerimi hiç unutmam.
Biraz binme gayretine geldim. Ama bir şeyler beni engelliyordu. Bazen tek başına çıkmaktan duyduğum garip endişe, bazen o uzuuun lohusalığın tuhaf etkileri, bazense dur şimdi yapmam gereken bir sürü şey var, önce şu evin şusunu yapayım, şu dosyada falanca beyanı hazırlayayım, oğlana şu lazım, filanca müvekkile gideceğim motor kıyafetiyle olmaz şimdi vs vs diye diye, o güzelim makineyi zincirledim kapının önünde.
Bir yandan da, “abla o motor size biraz büyük mü acaba? scooter mi alsaydınız?” sözleri havalarda uçuşuyor tabii.
Gel zaman git zaman ayağım iyice uzaklaştı ondan ve hatta içimden dedim ki “acaba satsam mı, ya burdan çalınırsa?”. Ve böyle olduğu için de kızgınlıklar doldu içime zamanla. Aslında engelleri ben koymuştum onla arama. Kendi kendimi kısıtlıyordum ve acısını onu tozlanmaya bırakarak çıkartıyordum sözde. En nihayetinde bir gece hırsızlar dadandı motoruma ve karenajlarını çaldılar. O zaman işte kendime kızgınlığım daha da arttı. Elinde dünya cicisi bir motorun var ve sürmüyorsun!
Böyle zamanlarda, insanın benimki gibi bir hayat arkadaşının olması çok güzel. “Gel bakalım” dedi, tuttu elimden, her akşam iş sonrası, zorla bindirdi beni motora, sırf mutlu olduğum şeyi bırakmayayım diye.
Canım kocam, boşuna demiyorum en değerli sponsorum diye:)
Beni tanıyan beni okuyan adam. Ve böylece alıştırdı beni yeniden, kendimi gündelik dertlerle soğuttuğum motoruma.
Sonra bir sabah erkenden uyandım, ben ofise gidiyorum,motorla! tek başıma! diyerek. Kocamın uykulu ve şaşkın ifadesini unutamıyorum 🙂 işte sonra her şey hızlandı:) bir daha yavaşlamamak üzere 🙂
Gözünüzü içinizdeki gerçek size kapatmayın, domestik/gündelik şeylerle potansiyelinizi harcamayın. Sevdiğiniz şeyi bilin, onun için çabalayın, bırakmayın. Auto destructif olmayın. Hayallerinizi harcamayın. Küçük adımlar peşlerine büyükleri getirecektir…