Yazar: Pervin Ozulu
Bugüne kadar İstanbul’dan İznik’e sayısız günübirlik gezi etkinlikleri düzenlenmiştir ve keyifle tekrar tekrar gidilen güzel bir güzergahtır. Acaba oranın tarihi ne kadar biliniyor?
İznikte ilk yerleşimin MÖ 2500 yıllarına uzandığı sanılmaktadır. İznik şehri tarihi binalarla doludur. İstanbul Kapısı, Göl Kapısı, Tarihi camileri, İznik Müzesi, Ayasofya Müzesi, Tarihi kiliseleri, Roma eserleri gibi onlarca kültürel değerlere sahiptir. Dünyanın eşsiz ve meşhur İznik Çinileri hala işlenmeye devam edilmektedir. Bunlar yetmemiş gibi bir de Keramet gölü bulunmaktadır.
Orhangazi yönünden İznik’e giden yolun üzerinde Keramet Köyü’ndedir o ılıca, yolun hemen yüz metre yakınındadır. Doğal konumuyla korunan ılıcanın sıcak suyu bazı hastalıklara şifa olduğu söylenir. Göl ile ılıca arasında sadece 200 mt var.
İznik Gölü Marmara Bölgesinin en büyük ve Türkiye’nin en güzel göllerinden biridir, beşinci büyük gölümüzdür. Çevresindeki zeytin ormanlarının sonu dahi gözükmüyor, aynı topraklarda karalahana, üzüm bağları, ayva ve bitmek bilmeyen her çeşit sebze ve meyva yetiştirilmektedir. O göl öyle bir göl ki, suyundan yapılan çayın tadı unutulmaz. İşte bugün o çayı içeyim dedim.
Aslında hava soğuk ve yağışlıydı ve sadece motoru çıkartıp biraz rüzgar almak istedim, kısa bir tur yapıp eve dönmeyi düşündüm sadece, son günlerde iş yoğunluğum tüm enerjimi sıfırlıyordu ve gerçekten yorgundum.Soğuk hava ve yağış ama iyi geldi, körfezi dolanarak sahilden gittim, Karamürsel’e varınca İznik tabelasına saptım, hep köy yolları, bayılırım.
Çay içmek için İznik gezim böyle başladı. “Çay için Rize” gezimi hatırladım şimdi. Hep çay uğruna mı her şey yoksa motor kullanmak mı yoksa doğada olmak? 3ü bir arada en güzeli bence.
Hala biraz yoldan devam edip az sonra dönerim diyordum ama hep ilerledim. Yağış ve soğukta fazla dolanmadan bir an önce evime gitmek ve dinlenmek mantıklı geldiyse de ileriye sürmeye devam ettim sürekli. Sonunda dönüş planlarımı komple bıraktım, bu yol artık geri dönülmezdi, zaten köy köy gezerken enerjim yerine gelmeye başlamıştı ve bu kadar gitmişken İznik’te bir çay içmek şart olmuştu. Şartlara uyarım ben, itirazım yoktur.
Çay içmek için İznik gezim böyle başladı. “Çay için Rize” gezimi hatırladım şimdi. Hep çay uğruna mı her şey yoksa motor kullanmak mı yoksa doğada olmak? 3ü bir arada en güzeli bence. O sevdiğim kıvrımlı köy yolları biraz bozuk zemin, birkaç keskin virajları da vardır. İznik Gölüne gitmek için düz normal yol da var tabii ki, Spor Touring motor da kullansam, enduro ruhumu her yerde yaşıyorum.
Her şey otomatik oluveriyor, karar vermiyorum bile, bir bakıyorum yine bir bayırda, çamurun içinde her tarafım ağaçlık yerdeyim. İşte tam da o zaman kendime geliyorum. Çamurun şifalı etkisi olduğunu duymuştum, yoksa bir şeyleri mi karıştırdım? Normal bir insan değilim galiba…
İznik gölüne giden düz yoldan gitmek için Yalova’dan Orhangazi Yolu üzerinden gidilir. Karamürsel’den İznik istikametine köy yollarına girdiğimde yağış başlamıştı çoktan, puslu ve soğuk bir hava vardı. Tırmanış iyi gidiyordu, bazı virajlar keskin ve aynı anda da tırmanış eklenince ıslak havada bozuk yoldaki çamur yüzünden daha dikkatli olmak gerekiyor. Yükseklere çıktıkça güzel manzaralarla kavuştum.
Yeni açılan Osmangazi Köprüsüne kuş bakışıyla yağmurda yoluma ıslana ıslana devam ettim ve Aşıklar Tepesine geldim. Orada mutlaka hep dururum geldiğimde. İlk defa gelmiş gibi körfez ve sahil manzarasını hiç daha önce görmemiş gibi seyrettim. Özellikle geride bıraktığım yerlere kuş bakışı bakmayı çok seviyorum. Her havanın manzarası farklı güzelliktedir.
Bugün yağışlıydı ve puslu bir görüntüye bakıyordum. Yolun devamında bir inşaat vardı, Karaahmetli’de bir kazı çalışması yüzünden yolun her yerine sarı yapışkan çamur yayılmıştı. Hem çamur, hem ince ince yağış ve viraj fevkalade eğlenceli bir kombinasyon oluşturdu.
Gözümün alabildiği yere kadar ekili tarlalar vardı çevrede. Yol kenarında ne zaman bir koyun ya da başka bir hayvan sürüsü görsem hemen ilk olarak bekçi köpeğini görmeye çalışırım. Vazifesi gereği birden havlayarak üzerime gelebilir, o bir bekçidir, korkutmak onun işi.
Keyifle ilerleyerek diğer köyleri de tek tek geçtim ve tepelerden inmeye başladım, sonunda İznik Gölün manzarası ayaklarımın altına serildi. Havanın kokusu değişti, çünkü etrafımda yüzlerce hatta binlerce zeytin ağacı vardı artık. Yukarıdan inerken o manzara her seferinde büyüler beni. Karamürsel’den İznik Gölün sahilinde Boyalıca’ya inene kadar 40 km mesafe var, 50 dakika, hatta en az bir saat ve fazla sürer. Göl kenarına varmıştım artık, yol artık çok iyi, geniş ve ferah. Gölün kenarından devam ettim ve çay bahçelerinde mola verip keyif yapma imkanları da bolca vardı artık.
İznik’e varmıştım ve tarihi İstanbul Kapısında mola verdim, harika bir görsel bence. Duvarları inceledim ve zamanın içinde geriye akıp eski dönemleri düşündüm. Göl kapısındaki eski surlar da nefis görüntüler sergiliyor. Tarih kokusu bana hep keyif vermiştir, zaman makinası etkisi yapıyor, günümden kopuyor başka bir filmin içine girmiş gibi oluyorum. Sonra direkt göl sahiline indim, doğru Rıhtım Çay Bahçesine, bence orası harika bir tesis ve hele çayı nefis. Tesis bir “T”şekli gibi, dalga kıran misali gölün içine uzanıyor ve etrafı su ile çevrili.
Motoru içeriye kadar park edebiliyorum, minik bir köprü var oradan geçince motorumu görebildiğim yerde bırakırım ve çay içmenin en tatlı anlardan bir tanesi olur. Yağmur çoğalmıştı, ama hava açacak gibiydi. İznik gölünün komple çevresini dolanarak Yalova’ya bağlanıp öyle dönmeyi düşündüm. İznik sonrası Gemlik istikametine doğru giden yol hep göl kıyısından geçiyor.
Öğleden sonra güneş açtı, yolda eski usul bir dondurma arabası vardı, denedim, tadı çok farklıydı. Az sonra da sol tarafta dikkat çekici büyük bir kaya ve tepesinde Türk Bayrağı vardı. Yol başındaki levhada Güllüce köyü yazıyordu, oraya uğramadan yola devam edilemezdi tabii ki. Biraz bozuk ve Arnavut taşlı yol başlamıştı, tenha veya hatta terk edilmiş çok eski bir köy çıktı karşıma. Çoğunlukla eski toprak evler vardı. Bazısı harabe bazısında acaba birisi yaşıyor mu burada diye bakındım. Kendimi o atmosferin içinde tamamen kaybettim.
Motorumu park ettim ve ara sokaklarda gezindim. Sanki gizli bir tarihi ortaya çıkartacakmışım gibi ajan gibi sessizliği bozmadan tarih kokan o dar sokaklarda yürüdüm ve çevreyi inceledim. Güneş açmıştı ve sıcaklığı fotoğraflarıma harika bir renk verdi. İki köylü ile karşılaştım, sohbetimizde bu köyde sadece 15 hanenin olduğunu ve büyüklerinin bile bu toprak evlerinin tarihini bilmediklerini öğrendim. “Teyzeciğim, sattığın bir şey var mı?” diye sordum. Kendi ev yapımı zeytinyağı sattığını söyleyince destek amaçlı biraz aldım. Sonrasında gölün kenarına geri dönüp artık Gemlik’e doğru devam edip Yalova’ya uğrayıp evime doğru dönüş yoluna devam ettim.
Bir benzin istasyonun önünden geçerken orada benzin alan bir enduro motor ve yanında bir kadın motorcu gördüm, motor full çantalı bir enduro idi, ancak hangi model olduğunu anlayamadım, pompanın arkasında kalıyordu tam göremedim. Koyu renk ve çok iri olmayan bir modeldi. Kadın sürücü olması saçı yüzünden uzaktan bile dikkatimi çekti, uzun siyah saçı komple açıktı. Ben saçımı toplarım daima, en az gözükecek şekilde olması için dikkat ederim. Reklam gibi kadın sürücü olduğumu yollardayken gözler önüne sermeyi sevmiyorum. Kadın olduğum yakından belli oluyordur, ama saçımı sakladığım zaman uzaktan göz odağı olmuyorumdur diye düşünüyorum. Bu da bir emniyet alma şekillerden biri benim için, çünkü açık saç aşırı dikkat çekicidir.
İstasyonu hızlıca geçiyorken gözüme ve aklıma takılan bu kadın motorcuya selam vermek için yavaşladım, beni gördüğünde selam verdim, ama belki de göremedi, çünkü hiç tepki vermedi. Bugüne kadar yollarda benim gibi gezgin ve tek başına yolculuk eden bir kadın motorcuya hiç tesadüfen denk gelmedim, benzin istasyonunu geçtiğim halde yavaşladım. Hatta dönüp tanışsam mı acaba diye düşünürken yoluma yavaşça devam ettim. Belki güzel spontane bir sohbet olurdu.
Çok yavaş sürersem mutlaka bana yetişir, o zaman ona işaret yapar durdururum diye plan yaptım. Sonra bir motor yaklaştı, ama iki kişiydi, meğer o kız kullanıcı değilmiş, yavaş olduğum için çabucak geçtiler, selam vermeden. Hiç önemli değil, takıntım olmaz, ona da saygım ve anlayışım var. Bir ara “artçı” konusu hakkında yazı yazmıştım, artçı olunca sürücüler genelde başka bir kadın motorcuya selam vermiyor mevzusundan bahsetmiştim. Gerçekten benim için hiç sorun değil. Ben de kadın olarak her motorcuya selam vermiyorum, kimin ne olduğu belli değil artık bu devirde.
Temkinli olmak daima iyidir, biraz fazla emniyetten asla zarar gelmez. Belki de kendime göre çok kuralım olduğundan bunca senedir cesaretim kırılmadı ve yollarda olmaya devam edebiliyorum. Bu gezimin dönüş yolunda pek durmadım ve mola vermedim, sanırım yeteri kadar doğa ile vakit geçirince motorun keyfine daha da sarılıyorum.
Yalova’ya devam etmeden İzmit’e ve yeni Osmangazi Köprüsüne bağlanan yeni paralı otoyola girdim. O yolda sürüş çok tatlıdır, durmadan sürmeyi öyle özlemişim ki, yol ilaç gibiydi. Sadece o yola girerken sıkıntı yaşanıyor, HGS kartı okumadığı için bariyer açılmıyor ve geçiş olmuyor. İlk kez geçtiğimde de aynı sorun vardı ve aylar geçmesine rağmen aynı sorun hala devam ettiğini görünce şaşırdım.
Arkamdan gelen başka motorcular da geçemedi, bir ara nasıl o bariyer açıldı ve herkes o an geçti bilmiyorum. Çok dikkatli olmak gerekiyor, çünkü bariyer çok hızlı geri kapanıyor. Yolun çıkışındaki gişelerde görevliler var, kart okunmadığı için nakit ödeme alıyorlar. Meğer okuma cihazlarında ki sorunu biliyorlarmış ve hiç yorum da yapmadılar. “Evet, otoyol girişindeki cihazlarda okuma sorunu var” dediler. Tamam, bu biliniyor zaten, sorun olabilir elbette, her şey mükemmel değildir zaten, ama aylardır çözüm nerede? Gerçi 6.sınıf motosiklet için verilen HGS lerde genel olarak bir sorun da var sanırım. Diğer paralı geçişlerde de bazen okutamıyorum ve başkalarından da aynı sorunu duydum. Çok öncesinde OGS kullanırdım, normal HGS de kullandım, hiçbir kere sorun yaşamamıştım.
Her şeye rağmen bu yeni yolun tadı güzeldi, sanırım sürüş çok keyifli ve hızlı geçtiği için yol çabucak bitti ve köprüden önce son çıkışa gelmiştim bile. Oradan çıkıp İzmit istikametine saptım ve yol sahile verdi, Altınova’daydım. Buradan körfezi dolanarak akşama doğru evime vardım.
Günübirlik bir gezi bile olsa eve varmak çok farklı bir huzur ve çok farklı bir tat veriyor, sürekli gülümseyen ve her şeyi tozpembe gören biri olarak hatta fabrika ayarlarına geri gelmiş gibi oluyor insan. Hele de soğuk havalarda yaptığım gezilerimde ve zorlukların olduğu yolculuklarımda bunu daha da çok hissediyorum.
O zaman başarı sarhoşluğu da ekleniyor biraz ve dünya mı dönüyor yoksa ben mi dönüyorum belli değil. Dönen bu güzel dünyamızda bol bol gezilerimizin devamını dilerim herkese…