Ne yazık ki Istanbul’un bile buna hazır olmadığını gördüm.
Geçen sene kış aylarında işsiz olduğum bir dönemde kısa da olsa kuryelik yaptım. Evrak teslimatından daha çok yaşadığım komik-trajik olaylar günün damgasını vuruyordu.
Kuryeliğin tehlikeli tarafının yanında benim için başka bir zorluğu daha vardı. Bir teslimat yerine geldiğimde bayan olduğum için her seferinde garip bir kargaşayla karşılaşıyordum. Bu durumu hızlıca çözmek ilave bir görev gibi oldu. Zaman baskısı vardı, adrese zamanında varmak tek görevdi. Ayrıca evrak her zaman acildi, acil olmayan bir şey yoktu, bilirsiniz. Otomatiğe bağlamış gibi hızlıca bir noktadan diğer noktaya uçarak motoru sürmeye başladım. Motor tutkum burada garip bir tat aldı, sanki o lezzetli duyguların üstüne birileri pul biber serpmişti, karabiber ekilmiş gibi hissettim. Her teslimat bir savaş gibiydi. Yolda yüzlerce düşman var, yol vermeyen, özellikle devirmeye kalkışan, hakaret eden. Kuryelik gerçekten en tehlikeli işlerden biri ve en üzücü tarafı kimsenin desteğin olmaması, hele malum İstanbul trafiğinde.
En can alıcı nokta da bu. Can alıcı, evet… can bile alır, ölümüne çalışıyor kuryelerimiz. Yol vermeyen biri ile yaşadığım olayı anlatmak istiyorum.
Eski Ankara asfaltı üzerinden Gebze’ye doğru gidiyordum. Yolda bir inşaat vardı ve bir şerit kapatılmıştı. Trafik duruyor mu ilerliyor mu belli değildi. Bir arabanın solundan milim hesabıyla geçmeye çalışıyordum. Araçtaki şoförün yan aynadan beni gördüğünü de gördüm. Sanırım kavga çıkartmak için doğru anı kolluyordu. Arabasına motorumla dokunduğumu sandığı an ve aslında bana bağırmak için yeteri kadar yanına geldiğim an camını açıp yüksek sesle “ne yapıyorsun kardeşim” diye haykırdı, sanki günün bütün sinirini kusar gibiydi. Bir kuryeye bağırmak neden insanları mutlu ediyor? Bir kuryeye özellikle yol vermemek bir güç gösterisi mi oldu? O kükremesinden sonra kadın olduğumu fark ettiği an benden fırça yemiş gibi arabasının içine gömüldü ve hemen arabasını biraz yana çekip yol verdi.
Aslında sadece kadın olduğum için değil, kurye olmadığımı düşündüğü için yol verdi. Halbuki yine yanılmıştı, çünkü ben bir kurye idim. Keşke o sürücü şimdi bu satırları okusaydı. J Bir gün Levent’de büyük bir Plazaya evrak getirdim. Binanın dışındaki güvenlik nasıl tepki vereceğini bilemedi. Evrakımı çantadan çıkarttım. Yüzlerdeki ifadeden onlarca soru okunuyordu; kim bu, ne yapıyor, ne işi var burada, evrak mı getirdi, kurye mi, nasıl soracağız şimdi, ya kurye değilse, değildir ki kurye….. Bu kargaşadan faydalanıp hiçbir soru ile karşılaşmadan içeriye girdim. İçerideki danışma masasına kime geldiğimi ve elden verilmesi gereken çok özel bir gönderimin olduğunu söyledim. O masadaki iki bayan uzun bir süre fısıl fısıl kendi aralarında konuşup durdular. Sonra nihayet normal bir hayat belirtisi geldi ve bana soru sordular ama cevapsız kaldım. Evrakı nasıl elden vereceğimi sordular. Bu nasıl bir soru ki? Nasıl evrak verilirse öyle işte… Sonra anlaşıldı olay, bayan olduğum için kurye olamam diye karar vermişler ama yine de kurye gibi göründüğüm için akılları karışmış. Kurye isem içeriye girmeme mani olacaklarmış ama ya kurye değilsem çok ayıp olacağını düşündükleri için de hiç sormak bile istememişler. O özel evrakı teslim edebilmek için kurye değilim dedim ki problem çözülsün. Buna çok sevindiler nedense ve hemen geçiş izni verdiler. Garip bir soru daha sordular. Fakat Istanbul’un ortasında Levent de bu soruyu hiç beklemezdim :
“Siz nasıl motor kullanabiliyorsunuz?” Aslında kadın motorcular çoğaldı ama yine de bunu hiç görmeyenler varmış.
Kuryelik anılarımdan bahsederken Tekirdağ da bir meslektaşı ziyaret etme fikri geldi aklıma. Zaten yol yapmak için hep bir bahane ararız ve buluruz da. Maksat yol olsun, gezi olsun, sohbet olsun diye yolculuk göründü yine . Ayrıca o arkadaşım tıpkı benim gibi bir motor tutkunu. Mesaisinin dışında da kendi motoruyla yollarda olur. Ocak ayında yeni bir motor almıştı, kırmızı bir Blackbird XX 1100. Onun heyecanı bana da bulaşmıştı ve Semih arkadaşıma hediye etmek üzere bir Blackbird motifli ahşap kutu çalışması yapmıştım. Şubat Motosiklet fuarında vermek istedim ancak denk gelemediğimiz için kutu ben de kalmıştı. gelemedik. Ben de bu cumartesi hem kutuyu vermek, hem kendi memleketim Tekirdağımı görmek ve hem rüzgar ile buluşmak için erkenden yola çıktım. Şiddetli fırtına vardı. İkinci köprüden Edirne istikametine otoyola girdim fakat yol çok keyifsizdi. Çok inşaat gördüm, dümdüz bir yol, bir tane tesis bile yok. Sarı çiçekler açmış tarlalar görüyordum, ama yolu bir türlü sevemedim. Nedense içimden bir ses acaba yolu kısaltsam mı demeye başladı, garip bir yorgunluk hissettim. Silivri levhasını gördüğüm an hemen çıktım. Oh, sıkıcı yoldan kurtulmak mutluluk verdi. Sahile vardığımda şaşırdım çünkü Marmara denizini hiç bu kadar hırçın görmemiştim. Dalgalar bir bir kıyıda patlıyordu. Saf saf denize tam sıfır mesafede dururken dalga isabet edince deniz suyunun tuzunun tadına bakmak zorunda kaldım. Çay molamda güneş ve denizin kokusu ile doğanın en güzel ve sakin keyifini yaşadım. Güneş ıslandığım için çok iyi geldi. Isıttı ve kuruttu. Genelde 1 bardak çay içip kalkarım. Nedense bu sefer kalkamadım. 6 tane çay içilir mi? İçiliyormuş. Silivri’nin limanı, sahili ve tepeden bakışı harikaydı. Tekirdağ a kadar devam etmemeye karar verdim ve olan Semih’e oldu çünkü hediyemi ikinci kez veremedim. Üçüncü deneme nasıl ve ne zaman olur bilemiyorum artık. Sabah planladığım hedefe az kaldığı halde içimden gelen ses İstanbul’a dön diyordu. Meğer bunun da sonra hayırlı tarafını görecektim.
İçimdeki sesi hep dinlerim, rüzgar nereye götürüyorsa o olur. O nedenle rüzgarın kızı derler.
İstanbul’a vardığımda motorumu birkaç gün önce satışa çıkarttığım için birisi aradı. Motoru görmek ve kesinlikle almak istediğini söyledi. Biricik kızım görücüye çıktı. Gelen kişi benim gibi motora değer veren ve seven biriydi. Anlaştık, el sıkıştık.
Kızımı vermek hiç kolay olmadı, içim çok buruktu. Yeni bir motor alma hevesini ile veda üzüntüsünü aynı anda yaşadım. Bir ekmek dilimine hem reçel hem hardal sürmüş gibi. El sıkıştıktan sonra hüzün hissettim. Bir göz yaşı, bir acı tebessüm, bir veda.. Tekirdağ’ına kadar gitmiş olsaydım, gün batımın fotograflarını çekip gece de orada kalıp Pazar günü daha çok yerleri keşfetmeyi planlamıştım halbuki.
Rüzgar yine sürprizlerini yaptı. Meğer Silivri gezim kızımla son gezimmiş.