O gün her sabah gibi erkenden uyandım, dışarıda kapkara bulutlar ve fırtına vardı…
Keyifsiz bir gündü, bulutlar yüzünden değil, oturduğum apartmanının dış cephe inşaatı için bugün iskele kurulacaktı ve motorum için dairemin bitişiğine yaptırdığım garaj o iskele yüzünden komple sökülecekti. Motorumu bir süreliğine başka bir yere götürmüştüm, ayrı düştük. İçim tıpkı hava gibi kasvetliydi. İşçilerin sabahtan gelmesi gerekiyordu, fakat gelmediler. Beklemek canımı sıktı. Garajım sökülürken başında bulunmak ve gerektiğinde müdahale etmek istiyordum. Epey bekledikten sonra gelmeyeceklerini öğrendim ve işin ertesi güne kaldığını söylediler. Boşa geçen zaman yüzünden içim daralmıştı, ama hala vakit vardı ve bir şeyler yapabilirdim. Güneş açınca bisikletim aklıma geldi.
Arada bir gittiğim Fitness Center’e yüzmeye gidebilirim diye plan yaptım. Bakımdan yeni çıkan bisikletimle yola çıktım. Daha henüz 10 metre gitmeden kulağıma garip sesler geldi. Sakince vites değiştirip denemeler yaptım, ama o ses hiç gitmedi, keyfim kaçtı.
Durup inceledim, gözüme hiç bir şey çarpmadı, ben de yola devam ettim. Birdenbire güneş kayboldu, yerine simsiyah bulutlar geldi. Hava bozdu diye düşünürken, çok şiddetli bir yağmur başladı ve havuza girmeden bir dakika içinde fena halde ıslandım. 5 dakika içinde yağmur dinmişti, ben ise denize düşmüş gibiydim. O ilk anda sığınacak bir yer bulamadım, zaten gerek de kalmamıştı, olan olmuştu. Scooter ile yolda kalan bir motorcunun yanından geçerken ona da üzüldüm, tamir etmeye çalışıyordu. Az sonra benim viteslerim kitlendi, zincir attı ve sıkıştı. Çıkarmaya çalıştım fakat gücüm yetmedi, ellerim yağ içinde kaldı. Az önce yanından geçtiğim scooter’i tamir eden adamın yanına gittim, tornavida sordum. Şansızlığın içinde şansım bana güldü ki o adama rastladım. Zinciri tornavida yardımı ile kurtardım ve yerine taktım. Bu kadar terslik bir gün için yeter dedim ve eve dönüş yoluna girdim. Bozuk bisikletimle, yağ içinde ellerimle, havuza girmeden ıslak halimle evime vardığımda, tüm sabah beklediğim ve gelmeyecekleri söylenen işçilerin gelmiş olduklarını, bensiz garajımı söktüklerini görünce artık iyice başım dönmeye başladı. Bugünü acilen bitirmem gerekiyordu. Evime girdim direkt salonda battaniyenin altına uzandım.
Film şeridi gibi gözümün önünden geçti herşey ve düşündükçe kendi halime gülmeye başladım. Full bakımı yaptırdığım halde bisikletimin hala bozuk olmasına üzülürken, bakım öncesinde frenlerinin tutmadığı için yaptığım kaza aklıma geldi. İki teker ile yaptığım kazalarım bisiklet ile oldu nedense. İlk bisiklet kazamı çocukken yaşamıştım, okula giderken. Arka tekerleğime hızlıca çarpan bir araba yüzünden bir tarafa uçmuştum, arka tekerlek sekiz olmuştu. Sürücü çok panik olmuştu ve ne yapacağını şaşırmıştı. O zamanlar Almanya’da yaşıyordum. Şoförden şikayetçi olmadım, çocuktum zaten ve benim derdim sadece o sekiz olmuş tekerlek ile yoluma devam etmekti. Çünkü o komik sürüşü bir an önce yaşamak istiyordum. Bisiklet yerinde sayar gibi ilerliyordu, çok eğlendiğimi hatırlıyorum. İstanbul yollarında motor ve bisiklet kullanmak Avrupa ile mukayese bile edilemez, iki tekere bakış açısı o kadar farklı ki. Türkiye’de iki teker istenmiyor, empati, anlayış ve hoşgörü yok denecek kadar az. Bu durumu bazen biraz düzelmiş gibi görsem de o kadarcık ile sınırlı kalıyor. Bunları dikkate alarak sürüşlerimizi yapmak zorundayız. Yolda bisiklet ile gezerken de çok kişi dikkat etmez ve bezdirmek istercesine bilerek yolda sıkıştırır. Bir bisiklet kazam İstanbul’da oldu, ancak tam bir komedi gibiydi. Frenlerim iyi tutmadığı için kabahatliydim ama araba da suçsuz değildi. Motor kullanmaya alışık olunca bisiklette yapılabilecek hızı küçümsedim sanırım ve frenlerimin az tuttuğunu bile bile sürdüm. Zaten normalde hız da yapmıyordum ve fren az da tutsa yine bir şekilde durabiliyordum. Fakat o gün o an ne oldu anlamadım, yolda öyle hızlı pedalları çevirdim ki keyifli bir hıza ulaşmıştım ve bir viraja yaklaşıyordum, harika bir dönüş ile o viraja girmeliydim. Trafik de yoktu, mis gibi her yer bana ait (sandım). Bisikletimi kullanırken nedense motor ve egzoz sesini duyar gibiydim, motor sürüyorum sandım galiba.
Viraja girmeden önce fren yaparak biraz yavaşlamak istedim ancak frenlerim işe yaramadı, yavaşlayamadım. O şekilde virajı aldım, problem yoktu aslında sadece emniyet amaçlı yavaşlamak iyi olurdu. Her şey yolunda gitti, keyifle dönüş tamamlandı da bittiğinde benim şeridimde tam karşımda beyaz bir araba geliyordu. Geliyordu dememeliyim, burun burunaydık ve sonraki saniye kaputun üstündeydim. Gördüğüm an fren yaptım ama o hızda tutmayan fren ile durmak bir hayaldi. Çarpma sonrası hemen toparlandım, frenlerim tutmadığı için kimseye de kızamadım ve bisikletimi yerden kaldırdım. Ancak sürücü benim şeritte olduğundan dolayı kendini suçlu hissetmişti ve bana bir şey oldu diye çok korkmuştu. Arabanın tamponu yamulmuştu, hatta kırılmıştı galiba tam olarak hatırlamıyorum şu anda. Bisikletimde ve bende bir şey yoktu. İtiraf ediyorum suçlu hissettim kendimi, frenlerim iyi çalışsaydı zaten daha yavaş viraja girerdim, ne olur ne olmaz diye. Yine de aniden o arabayla karşı karşıya gelseydim durabilecek süratte olurdum ve tekrar bir fren ile durabilme şansım yüksek olurdu. En azından kaputun üzerine uzanmazdım diye düşünüyorum. Bu tip aksilikler bizlere her zaman ne kadar dikkatli olmamız konusunda uyarılar ve hatırlatmalar yapıyor aslında. En ufak bir ihmal ile üzücü sonuçlar yaşayabiliriz. Motor kullanırken kendimce çok kurallarım vardır. Bunlardan biri, ileriyi göremediğim yerlerde, zor ve bilmediğim yollarda aniden durabileceğim hızda olmak. Emniyetli sürüş çok önemlidir. Bu ufak kazada gördüm ki motorsuz bir araçta bile çok dikkatli olmak gerekiyor. Motorcu olarak bisiklet sürmek garip geliyor bana bazen, sanki bir şeyler eksikmiş gibi hissediyorum.
Eskiden Tarabya tepelerinde oturuyorken boğazda sahil kenarında koşu yapardım, bisiklet sürerdim. Bir gün sahil gezisinden dönerken bisiklet ile o dimdik İstinye yokuşunu çıkarken su bidonları taşıyan ufak bir aracın camından “Bu yokuşu bisiklet ile mi çıkacaksın” diye seslenip güldüler. “Elbette” dedim. Az sonra o araç yokuşta stop etti, tekrar çalışmadı. İçindekiler indi motor kaputunu açtı. Bisikletimle yavaş yavaş yaklaşırken onları öyle görünce anladım ki, gülme sırası bendeydi. “Gülme komşuna gelir başına” olmuştu ya da “son gülen, iyi güler” atasözü de uyar. “Ne oldu, yolda mı kaldınız” demeden de geçemedim, onlardan cevap yoktu. Yine de “Kolay gelsin” deyip tırmanmaya devam ettim. Sahilden uzaklaşınca deniz kokusunu hemen özlemeye başlarım, deniz tutkum da çok büyüktür. Sahilde koşarken denize en yakın yerdeyimdir hep. Bizim memleketin insanı çok tuhaf, sahilde koşu yaparken bile araba takip eder, bu takip olayı denizde bile başıma geldi. Araba ile değil tabii ki, bir tekne ile. Şile’de rahat denize girdiğim bir aile ortamı var. Sahildeki kalabalık yüzünden sahil kenarında hiç yüzmem, biraz açılır yüzerim. Ayrıca derin denizi seviyorum, kulaç ile uzun parkurlar yüzerim. Hiç daha önce başıma gelmedi ama bir gün beni bir tekne takip etti. Hiç yüzerken tekne takip eder mi? Pes diyorum sadece. Derinlerde yüzmek heyecan verici, hele üstelik denizin dibi görünüyor ise mest olurum. Eskiden ailemin yazlığı Silivri’deydi. Silivri’nin sahili beton ile doldurulmadan önce büyük gemilerin yanaştığı iskelede bile deniz çok temizdi. Oradan dibe dalardım ve muhteşem manzaralar görürdüm. Tüpsüz dibe çok rahat iniliyor, balıkları ve manzarayı izlerken ne kadar indiğimi fark etmezdim.
Annem yukarıda beklerdi, bir kere uzun süre bekleyip denizin yüzeyine çıkmayınca telaşlanmıştı. Yazık anneme, neler çekiyor benim yüzümden. Çok korkmuştu ve ben hiçbir şey yokmuş gibi yüzeye çıkınca bu sefer çok kızdı. Bu durumda denizden çıkmak çok tehlikeliydi benim için. Zaman kazanmalıydım ve fikrimi hemen uyguladım: “Anne sen karadan dön ben deniz yolundan plaja yüzerim, orada buluşuruz” dedim. Maksat denizden çıkıncaya kadar kızgınlığı azaltmaktı. Yollarda motor ile gezi yaptığımız mesafeler gibi denizde yüzdüğüm mesafeler de her zaman beni mutlu eder. Ayrıca denizin dibindeki dünyaya hayran olmamak elde değil. Hele tüplü dalış maceralarımın hayatımda bambaşka bir yeri vardır. Bir belgeselin içinde olmak, bir balık misali gibi onlarla yan yana diplerde süzülmek tarif edilemeyen bir duygu aslında. Bir müren balığı ile göz göze gelmek, mağara duvarların yanından süzülerek geçmek, balık sürüleriyle beraber yüzmek, batıkları incelemek büyüleyici… Tüp bitmek üzereyken bile çıkmak istemiyorum. Aynı motosiklet gezileri gibi, hiçbir şekilde gezinin bitmesini istemeyiz ya, aynı duygu. Dalış mevsimlere çok bağlı ve her an her yerde mümkün olmuyor. Havalar ısınmış olsun ya da kış olsun, motorculuk mevsimlerle sınırlı değil. Kar sürüşünün en keyiflisi bence o beyaz manzara eşliğinde kar havasını solumak. Motor üstünde her mevsimi yaşamak çok ilgimi çekiyor. En son kar manzarasını Kartepe’de 1.700 rakımda yakaladım. Kar artık buzlu kristal taneciklere dönüşmüş durumda. Eriyen kar şelaleler halinde her yerden yolunu bulmaya başladı. Çeşmelerden gürül gürül sular akıyor şu anda. Üst üste her gün güneş çıkmaya başladı, fakat karlı bölgelerdeki soğuk hava hala dondurucu.
Güneş ısıtmaya çalışsa da buz gibi rüzgarın dondurucu etkisinden kurtuluş yok. İzmit körfez sahiline inince güneş, yaz mevsiminin geldiğinin habercisi gibi idi. Bursa yolları harika görünüyordu, köy yollarından geçerken geziyi sürekli uzatmak istedim. Hava ve yeni yeşillenen manzara nefisti. Güneş eşliğinde Gemlik – Kurşunlu sahilinde çay molası yazı yaşattı bana. Denizin kokusunu içime çekmek mutlu etmesine ediyor da, uzun zamandır havalarda uçmak hayallerimi tekrar canlandırıyordu. Denizdeki dalış yetmedi, motor tutkusu daimi zaten şimdi de paraşüt ile atlamak nasip olsun diyorum artık. Kısmet olursa bir gün uçaktan atlamak da isterim ama kim bilir ne zaman kısmet olur, bilmiyorum. Motosikletimle paraşüt atlama yerine kadar yükseklere çıkmak ve oradan tepelerden paraşüt ile aşağı süzülmek daha yakın zamanlarda yapabileceğim bir dilek gibi görünüyor. Bir kerecik yapsam yeter! En büyük tutkum motorculuk olduğu için en çok zamanımı ona ayırmak istiyorum. Motosiklet olmayan plan, program yapamaz oldum. İnşallah bir gün paraşüt tecrübesini de yaşamış olurum. Hatta çok yakınlarda o imkan var aslında, memleketim Tekirdağ’da Uçmakdere’den paraşüt ile atlamaya mı gitsem acaba??
Yorumlar
Loading…