ilk motorum çaylak gidon bir cruiser idi. Sonra şöyle yayıla yayıla bindiğim Royal Star’la gezdik 60 bin kilometre. O günden sonra BMW’nin turing’lerine biner oldum. Ta ki geçtiğimiz yıl bir enduro alana kadar…
Arada bir racing denemişliğim var. Hele MotorOn adına MV Agusta F4 denemek için Garda kıyılarında yaşadığım 50 km’lik bir ıstırap var ki hiç unutamam. Gerçi bu cümleye ıstırap hiç gitmedi ama racing’e ne zaman binsem biraz boyum, biraz yaşım, boynum, belim derken mutsuz iniyorum çoğu zaman. Neyse, oturuş stiliyle ilgili yine de bir yorumda bulunacak kadar deneyim sahibiyim. Hava atmaya değil onu anlatmaya çalışıyorum aslında. Bence; cruiser kullanırken insan kendini ‘peşin satan esnaf’ rahatlığını anlatan figür gibi hissediyor. Kalburüstü, aristokrat bir hal var o oturuş tarzında. Hatta yeni moda kelimesiyle ‘celebrity’ hissediyor insan. O yüzden kıyafetler de motorda değilmiş de tahtta oturuyormuş gibi seçiliyor. Çizmeler, püsküller, dövmeler filan. Enduro kullanıcıları ise kesinlikle kendisini Donkişot olarak hissediyor.
O dimdik oturuş, yerden daha çok yüksekte olmak, kötü yollara girmesen de girebiliyor-girebilirim durumu, özgüveni yüksek bir ruh hali sunuyor insana. Maceracı, atletik, çevreci görünüm de hissedilenler arasında. Racing kullanırken hissedilen ise aslında Vancouver’den uzaya fırlatılmış ama henüz yörüngeye giremediği için yol almaya devam ediyormuş hali bence. Havanın sürtünmesi nedeniyle yanmamak için iyice küçülmüş, dünyayla ilişik kesilmiş ve aslında evrende sadece o anda senin olduğun hissiyatı veren bir oturuş şekli.
Buradaki tek fark, sadece oturuş şekli bu his için yetmiyor. Gazı çevirip ivmelenmek ve mümkünse bunu egzoz sesiyle de perçinlemek gerekiyor. Kendi deneyimimle sıralamam gerekirse Turing kullanmak (Kendimi bu gruba dahil edeyim) motosikletlerin kullanışları bakımından en ruhsuz olanı bence. Uzun yola gidebilmek için olabildiğince büyütülmüş, çantalarla çevrelenmiş, elektronik ekipmanlarla donatılmış bir motosikletteki oturuş pozisyonunun size hissettirdiği daha çok bir gezginin ruh hali oluyor. Dolayısıyla motorla değil çevreyle ilgili hissediyor insan. Bahar kokusu, cama yapışan böcek, varacak olmana daha saatler olmasının keyfi, popondaki uyuşukluk vs. gibi. Scooter’lar ise tam bir avam binek aracı. Bakkala, çakkala, çarşıya gidip gelirken kullanılan bir motorun sana hissettirdiği duygunun daha ne olmasını bekliyorsun ki?
Zaten o yüzden değil mi her motora bindiğinde astronot gibi giyinirken yüksek süratlere bile çıkabilen scooter’ları terlik, tişört olarak kullanmamız? Neticede motosiklet tercihimizi de bence ağırlıklı olarak oturuş pozisyonumuz belirliyor. İhtiyaçlar ana faktör gibi gözükse de motosikleti bir ulaşım aracı değil de ruhuna ulaşan bir ekipman gibi görenlerin tercihi oturuş pozisyonunun hissettirdiği duygularla şekilleniyor. Bu arada her zaman olduğu gibi “S cooter kullananlara avam dedi. Hocam sen bize padişah mı demek istedin?” gibisinden yanlış anlaşılma gerçekliğimden hareketle gelecek sorulara peşinen cevap vereyim ki arkadaşım ben motosikleti kullanan adamın karakterinden değil, o motorda oturulduğu zaman hissedilen duygudan bahsediyorum. ?