Yazar: Oygar Han Omur
İran çok mistik bir ülke… herşey tarihten kopmuş
ve bugüne kadar gelmiş. İnsanları çok kibar ve
yardımsever. İran halkının büyük bir bölümünün
kanında hala Pers kültürünün gezindiğinden eminim.
Bir Honda Varadero bir KTM 640 Adventure ve iki gezgin motosikletçi. İstanbul’dan İran’a 13 gün ve 7600 km… Tarihin yazılmaya başladığı dönemden günümüze kadar varlığını ve kültürünü korumayı başarmış köklü bir medeniyet Pers Medeniyeti. Bugün hâla, İran sınırları içinde onların izlerine rastlamak mümkün. Farklı bir kültür, farklı topraklar, keşfedilmeyi bekleyen kilometrelerce uzayan yollar… Gezi köşemizde bu ay, adım adım İran’ı keşfediyoruz.
Nasıl oldu da İran’a gitmeye karar verdiniz. Onca politik gerginlik ve sorun kafanızı hiç karıştırmadı mı? Çekinceleriniz yok muydu? “Aman bu devirde İran’da ne işiniz var? Ne yapıyorsunuz?” diyen olmadı mı?
Sevgili dostum Çağatay aklıma girdi. Dünyanın en eski medeniyetine sahip Pers İmparatorluğu’nun yaşadığı yerleri görmeyi ve oraların havasını solumayı uzun süredir istiyordum. Bir şeyi anlamımız lazım; halk ve devlet hiç bir zaman bir değildir. Politikayı halk yapmaz. Bu sebepten dolayı asla gitmek istediğiniz bir yerden vazgeçmeyin. Ve üzerine basarak söylüyorum, İran’ın hiç bize yansıtılan gibi bir ülke olmadığını gördük. Şeriat ile yönetilen bir ülke olması biraz gerginlik yaratabiliyor, bu da daha katı kurallara sahip olduklarını düşünmemize sebep oluyor. Fakat gelin görün ki hiç öyle değilmiş. Tek çekincemiz, Türkiye’yi geçmek için benzin masrafının çok tutacağı oldu. “İran’da ne işiniz var!” tepkileri yola çıkışımızın iki ay öncesinde başlamıştı. Bu çok enteresandı. Kimisi “süpersiniz” dedi, kimisi de “ölmek mi istiyosrunuz orada?” gibi yorumlarda bulundu. Bu yorumları yapanların hiçbiri İran’ı görmemişti. En çok moralimizi bozanlarsa, Gürbulak sınır kapısındaki kamyon şoförleri oldu. Her gelen, “gidecek başka yer bulamadınız mı” dedi. Bu konuda kimseye pek kulak asmayın.
Kaç günde, kaç km yapmayı planlıyordunuz?
Önümüzde 13 günümüz ve hesabımıza göre 7500 km de yolumuz vardı. İstanbul- Sivas-Gürbulak-Macu-Tabriz-Tahran-Qum- Esfehan-Persepolis-Shiraz-Yezd ve aynı rotadan eve geri dönüş. Basra Körfezi’nin çok yakınına kadar indik. Eğer 20 günümüz olsaydı büyük çölü boylamasına kuzeye doğru geçecektik. Maalesef zaman sıkıntımız rotayı kısaltmamıza sebep oldu. Toplamda 7600 km yol yaptık. Aktif olarak 16 saat motor kullandığımız günler oldu. Dönüş yolundaki son üç gün oldukça zordu. Her gün 1000 km’den fazla yol yapmak zorunda kaldık. Ama “Bir daha yapar mısın?” diye sorarsanız size cevabım “Ne zaman yola çıkıyoruz?” diye sormak olacaktır.
Yola çıkmadan önce ne gibi hazırlıklar yaptınız? Bu hazırlık evresi ne kadar sürdü?
İran’a gitmenin en güzel yönü, tek resmi belge ihtiyacınızın Turing Otomobil Kurumu’ndan alacağınız triptik belgesinin olması. Onun dışında. Motosiklet için çok büyük bir hazırlık yapmadım. Özel hayatım gereği devamlı seyahat durumunda olduğumdan motosikletim her daim bakımlı ve yola çıkmaya hazırdır. Yan çantalarım ve sırt çantam bana yetti. Tabii bunların içinde tamir takımları, ilk yardım seti ve motorum için gerekli olacak çeşitli parçalar vardı. Mümkün olan birçok şeyi yedekli aldım. Eldivenler, boyunluklar, google (gözlük), v.s. İki ay önce gitmeyi planlamamıza rağmen her şeyi son hafta yaptım desem yeridir. Vize gibi kanuni zorunluluklar veya bir takım hukuksal sınırlamalarla karşılaştınız mı? Vize gibi bir durum söz konusu değil. Pasaport ve triptik yeterli. Bizi, yani Türkleri çok seviyorlar. Bunun avantajını çok yaşadık.
İran’a girdiğinizde edindiğiniz ilk intiba ne oldu?
İran sınırını gece saat 24:00’te geçtiğimizden ilk intibamız çok iyi olmadı. 730 km tepip sınırda 3 saat oyalanmak ve birçok kamyoncudan İran hakkında negatif laflar duymak, yorgun olduğumuzdan canımızı biraz sıkmıştı. Gece 03:00’e kadar kaymak gibi yollarda motor kullanınca bu intiba oldukça pozitif olmaya başlamıştı. Genel olarak İran insanı nasıldı? İran muhteşem bir ülke. İnsanları çok sıcak ve çok kibar, yanlız Türklere karşı değil. İlk önce yüzlerdeki gülücükler daha da bir çoğalıyor ve sizi kucaklıyorlar. Yollarda olunca, insanları, toplumları ve yaşam tarzlarını çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Benzinciler, kamyoncular, dilenciler, gişe memurları, polisler, bakkallar ve bunun gibi halktan birçok insana daha yakın oluyorsunuz. İran eğitime çok önem veriyor. Üniversite mezunları ve İngilizce bilenlerin sayısı fazla. Oldukça mistik bir ülke, her şey tarihten kopmuş ve bu güne gelmiş ve İran halkının büyük bir bölümünün, hala kanlarında Pers kültürünü taşıdığından eminim. Sanırım biz çok şanslıydık. Gerçekten de rastladığımız bütün insanlar çok kibar ve yardımseverdi ve motorcuları ayrı bir sevdikleri belliydi. İran çok ucuz bir ülke, halkın alım gücü çok düşük ama o oranda hayat da oldukça ucuz. Hani bizim “sudan ucuz” diye bir deyimimiz vardır ya, işte orada gerçekten de benzin sudan ucuz. 1litre benzin 0.40 kuruş, 1litre su 0.70 kuruş.
Türkiye ile kıyasladığımızda trafik nasıldı?
İşte burası biraz karışık. İran dünyanın en tehlikeli trafiğinin olduğu ülkeymiş. Otobanda orta şeritte geri vitese takıp gelen bir Paykan (bir nevi İran’ın Şahin’i) görürseniz asla heyecanlanmayın. Sadece kurtarmaya çalışın. Daracık sokaklarda 140 km hızla gidiyorlar. Şehiriçinde motosiklet kullanırken oldukça dikkatli olmak lazım. Ama sonradan başka bir şeyi keşfettik; motosiklet sevdaları yüzünden asla sizi geçmeye çalışmıyorlar ve mümkün mertebe yol veriyorlar. Amaç sizi ve motorunuzu görebilmek. Ama yine de tetikte olmak şart.
Konaklama konusunu nasıl hallettiniz? Fiyatlar ve şartlar ne âlemdeydi?
Kısa zamanda çok yol kat etmeyi planladığımız için uzun saatler motosiklet kullanacaktık.Bu sebepten dolayı en mantıklı konaklama orta ölçekli oteller olacaktı. Bunları daha önceden belirlemedik. Her şarta göre otel bulmak mümkün, en lüksünden en ucuzuna . Bu arada 13 günün 2 gecesini yolda tanıştığımız, bir anda bizi ailesi gibi gören ve hatta anneannesinin doğum günü partisine götüren Nadir ve babası Behruz amcalarda kaldık. Behruz amca Ankara Fen Fakültesi mezunu, 72 yaşında emekli tonton mu tonton bir baba. Oğlu Nadir borsa ile uğraşıyor ve motosiklet meraklısı. Artık İran’da bir ailemiz var diyebilirim. Komşumuz olduğuna göre İran’ın mutfağı bizimkine benziyordur herhalde.
Çok farklılıklar var mıydı?
İran’da oldukça fazla kebap ve pirinç pilavı tüketilmekte. Yemekler bizim doğu bölgesinin yemeklerine çok benziyor. Bizden farklı olan tarafları ise yöresel yemeklerin daha ekşili yapılması. Örneğin pilava bile limon sıkarak yiyorlar. Baharat konusunda çok zengin bir mutfak, bizim dilimizle “safran” onların tabiriyle “zaferan” çok kullanılmakta. Dondurması bile var. Hayatımdaki en güzel dondurmayı yedim diyebilirim. Tatlıyı çok seviyorlar. Bilhassa benzin istasyonlarında açıkta satılan kekleri çekinmeden deneyin. Belki de biz çok acıkmıştık bize çok güzel geldi…
İran’da motosiklet kültürü ve sektörü nasıl? Çok motorcu gördünüz mü? Hiç bir yetkili satıcıya veya servise gittiniz mi?
İran’da büyük hacimli yani 250 cc üzeri motosiklet yasak. Zamanında Şah’a motosikletle yapılan bir suikast ten dolayı, devlet büyük hacimli motosikletleri yasaklamış. Bu yüzden büyük motosikletlere inanılmaz bir merak ve arzu var. Motosiklet alıp sahip olabiliyorsunuz ama yalnızca cuma günü yani tatil günü şehir dışında trafiğe kapalı belli yerlerde kullanabiliyorsunuz. Bunun dışında şehir içinde kullanmak yasak. Bu kanun kaldırılırsa İran’ı motosiklet sektörü açısından inanılmaz potansiyeli olan bir ülke olarak görüyorum. Servise ihtiyacımız olmadı, ufak tefek bakımlarımızı kendimiz yaptık. Ama Nadir bize İran’da ustaların çok becerikli ve iyi olduklarını söyledi. İran–Irak savaşında harap olan otomobilleri uzun seneler tamir ettiklerinden dolayı, İranlı ustaların yetenekleri oldukça gelişmiş.
Geriye dönüp baktığınızda “İşte şu olay unutulmazdı!” ya da “Bunu kesinlikle anlatmam gerekiyor…” dediğiniz bir anınız var mı?
Aslında 13 gün içine sığan ve anlatacak o kadar çok şey var ki. Çölde gidiyoruz, güneş sağ tarafımızda batıyor, benim kulağımda “İnto The Wild” filminden “Society” şarkısı çalıyor. İnanılmaz keyifli ve mutluyum. Varadero yanıma doğru geldi. Çağatay bir takım el işaretleri yapıyor; zeki Türk endurocusu bendeniz bunu “manzara harika” şeklinde yorumluyor ve elimle “devam“ diye işaret yapıyorum. 30 km sonra kaybolduğumuzun farkına vardığımızda güneş batmış ve çöl zîfir karanlığa bürünmüştü. Meğer Çağatay “yanlış gidiyoruz” diye el sallıyormuş. Bu arada belirteyim, İran’da GPS çalışmıyor (haritası mevcut değil). Dolayısıyla biz yolumuzu pusula ve yarım yamalak bir haritayla bulduk. Yolculuğunuz boyunca hiç ciddi bir tehlike atlattınız mı? Çok ciddi bir sıkıntı yaşamadık. Belki de yaşadık ama birçok şeyi o kadar çok makaraya aldık ki farkına bile varamadık. Ben otobanda 120 km gibi seyrederken bir Paykan aniden U dönüşü yapmak istedi. Bir de gece Tabriz’e giderken dev gibi bir köpeğe vurmaktan kıl payı kurtuldum. Bu iki olay da biraz kalp çarpıntısı yaptı.
İran’da en çok nereyi beğendiniz?
Esfehan’ın methini gitmeden önce epey bir duymuştum. Zamanında Esfehan için “dünyanın yarısı” demişler. Gerçekmiş. İnanılmaz güzel bir şehir ve çok güzel insanları var. Bunun yanında tarihi açıdan kesinlikle Persapolis diyorum. Çok büyüleyici! Gelelim işin maliyet kısmına.
Tüm geziniz toplam ne kadara mal oldu? Hiç sponsorunuz veya destekleyeniniz oldu mu?
Adam başı bütün masraflar dahil 1300 doları 13 günde 7600 km yol yaparak yedik. Aldığımız hediyeler de bu rakama dahil. Sponsor aramadık hiç, çünkü kısa bir zamanımız vardı ve çok masraflı bir gezi olmayacağını biliyorduk.
Motosiklet severlere mesajınız varmı?
Bundan sonraki gezinizi İran’a yapın derim. Ama kimseye, hiçbir söylenene kulak asmadan… Yaşadığımız güzellikleri yaşamanız ve yaşatmanız dileklerimle…