Yazar: Özlem Köseoğlu
Elif Koyutürk; on elinde on marifet olan pek çok ödül sahibi 23 yaşında ve hırslı bir fotografçı, yönetmen ve kameraman.
Genç yaşına rağmen kariyerine; Transanatolia yarış filmi, KTM pilotu Serkan Özdemir Dakar promosyon filmi, Red Bull Media House ile Hard Enduro serisi, en sevilen kısa filmi “Günaydın Luise” ve “Details in Nature” gibi oldukça beğenilen yapımlar sığdırmayı başarmış. Gelin kendisini ve gelecek planlarını beraberce daha yakından tanıyalım…
Motoron: Elif Hanım, öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Elif Koyutürk: 1993 yılında İstanbul´da dünyaya geldim, bir ocak ayında. Kurtköy´de çiftlikte büyüdüm. Doğada büyüdüğüm için her zaman yanı başımda pek çok hayvanım oldu. İçimde inanılmaz bir hayvan sevgisi var ve özellikle köpeklerimi çok seviyorum. Eğitim hayatıma gelince; 12 yıl TED’de okuduktan sonra, Bilgi Üniversitesi’ndeki eğitimimin ardından UEM Madrid Üniversitesi’nde 1 sene sinematografı eğitimi aldım. Daha sonra, Oslo’da davet edildiğim sertifika programı ile eğitimime devam ettim.
Öğrenci olduğum yıllarda resepsiyonistlikten, garsonluğa kadar pek çok iş yaptım. Amacım, olabildiğince farklı insanları tanımak oldu. Bunun dışında, yaptığım işlerle farklı hayatları tanımak bana çok eğlenceli geliyordu. Farklı ülkelerde küçük işlerde çalışıp, hayatımı sürdürebileceğim parayı kazanıyordum. Değişik ülkelerde yaptığım şey ise karakter ve hikayeler aramak oluyordu. İspanya’dan Brezilya‘ya kadar uzanan bir yolculuk bu ve hala da devam ediyor. Çoğu kişi okulda öğrenilen derslerin yettiğini düşünüyor, fakat bir şeyi atlıyorlar bence. Değerli öğretmenlerimiz, okulda hikayelerin potansiyel olarak nasıl bulunabileceğini gösteriyor, onu öğrendikten sonra dışarı çıkıp, istediğiniz karakterlere ulaşmak sizin becerinize ve başarınıza kalıyor. Gerçekten de 20’li yaşlarda garsonluk yapmanın keyfi ile birçok insanla tanışma şansı yakaladım ve çok güzel deneyimler kazandım. Çoğu bana ilham veren karakterler oldu; birisi sevdiği birini kaybetmiş, diğeri yan masada doğum günü kutluyor. Bakın barlarda ve kafelerde, detaya inince çok güzel ayrıntılar yatıyor. Garson olduğumda da uzunca saatler gözlemliyordum. Uzun lafın kısası; alttan başlamadan üsttekini anlayamıyorsunuz. Hep emek, hep gözlem! Bu güzel ve farklı senaryolar üzerinden, estetik anlatmak benim hayatım oldu ve bu şekilde de devam edecek gibi görünüyor.
M: Kariyeriniz boyunca dahil olduğunuz yapımlardan bahsedelim.
E.K.: Motor sporları, Extreme sporlar, insan hikayeleri konusunda bir çok yapımda yer aldım. Genellikle İtalya, İspanya, Avusturya, Almanya ülkelerinde çalıştım. Bunların arasında, en hoşuma giden yapımlarım genellikle güçlü insan hikaye ve portrelerini konu alanlar oldu. Olabildiğince sosyal sorumluluk projeleri yürütmeye çalışıyorum. Sanatın ve barışın her şeyin üzerinde ve çok güçlü olduğunu düşünüyorum. En son yaptığım yapımda “Progeria” genetik bozukluğu olan bir çocuk ile çalıştım daha sonra Avusturya´da bacaklarını kaybetmiş bir gazi ile belgesel çektim. Bu yapımlar, benim yönetip her şeyi ayarladığım yapımlardan sadece bir kaçı. Sosyal sorumluluk projelerimde, herkes gönüllü bir şekilde bana yardım ediyor ve hep birlikte farklı bir atmosfer yakalıyoruz. Şöyle belirteyim; Eminönü’ndeki kuşçu esnaftan tutun, Topkapı’daki tekstilci abilerime kadar herkesi projeye dahil ediyorum ve böylece inanılmaz kolektif bir ortam yakalıyorum. Bu tarz sosyal projelerimin yanı sıra; spor alanında da çok etkinim. Bu ekstrem spor tutkum, Red Bull dünyasına yaptığım hızlı giriş ile başladı. 14 yaşlarımdayken reklamları ve video içerikleri ile Red Bull markasıyla tanıştım. Daha sonra üniversitede onlarla çalışma imkanına sahip oldum ve geçen sene Avusturya´da Media House´u daha yakından tanıyıp produksiyonlarına dahil olma şansı yakaladım. Genellikle motosiklet ve havacılık sporları çektim. KTM’in reklam çekimlerinin hepsini KISKA ile çektik. Çok güzeldi ve hızlıydı! Tek bir renkten hoşlanmıyorum, paletimi hep rengarenk tutuyorum. Yaptığım konular, birbirinden beslenerek farklılaşıyor. Bunun en büyük etkeni ise ailem. Kesinlikle, beni hep iki taraflı yetiştirdiler.
M: Bu yapımlardan hangisi için kariyerinizin dönüm noktası diyebilirsiniz?
E.K.: Red Bull Media House ile tanışmam ve beni çekim takımlarına dahil ettikleri zaman. Çok farklı bir çalışma ortamını tecrübe ettim ve kariyer yolumu çizmeme gerçekten çok yardımcı oldu. Red Bull Media House ile tanıştığımız zaman, elimde Serkan Özdemir için yazdığım promosyon filmi vardı. Onlarla bu film fikrimi paylaşmıştım, inanılmaz motive etmişlerdi beni. 2 hafta sonra değerli sporcu arkadaşım Serkan Özdemir ile Fethiye gibi mükemmel bir yerde bu promosyon filmini çektik. KTM’in sporcusu olan Serkan ile çektiğim film, benim KTM dünyasına gidiş biletim oldu aslında. KTM tarafında en çok ilgi çeken taraf, benim her şeyi tek başıma yapmış ve genç olmamdı. Daha sonra Avusturya´ya taşındım, sonrasında KTM’in büyük ve uluslararası işlerinde çalışmaya başladım.
M: Hepimizin bildiği gibi bu organizasyonlar oldukça zorlu ve çetin ortamlarda gerçekleşiyor. Bir kadın olarak karşılaştığınız zorluklar oldu mu ya da farklı tepkilerle karşılaştınız mı?
E.K.: Tabi ki de. Varlığınızı kabul ettirmek için kendinizi hep biraz daha kanıtlamanız gerekiyor. İnatçı ve istediği için savaşan bir yapım olduğundan, benim için bu hiç bir zaman bir sorun olmadı. Birincisinde kabul etmezseler ise ikincide ediyorlardı çünkü. Genellikle çekim ortamları, stüdyodan çok daha farklı oluyor. Soğuk havalardan, Amazon sıcaklarına kadar giden bir skala var. Fiziksel olarak güçlü olmak gerekiyor, kameraları ve ekipmanları taşırken kesinlikle güce ihtiyaç duyuyorsunuz! Kadın ya da erkek fark etmeden.
M: Eminiz ki bütün çalışmalarınızın sizin için ayrı bir yeri var, ama çekim aşamasında en çok keyif aldığınız yapımınız desek?
E.K.: İtalya´da yaptığım bütün çekimlerim diyebilirim. İtalyanlar ile ve özellikle Sicilyalılar ile çok iyi anlaşıyorum. Bir süre orada yaşadığım için oraya bir yapım için gittiğimde mükemmel bir atmosfer ile karşılaşıyorum. Güzel yemekler, motosikletler, eski binalar.. ama en unutulmaz çekimim dersek eğer; Brezilya. Çünkü Brezilya’da çok farklı bir ortam vardı. Red Bull Media House´un üstlendiği Hard Enduro serisi için oradaydım ve çekimden sonra bir süre daha kaldım. Unutulmaz olmasının nedeni ise bir yılan ile yakın temasım olması diyebilirim. Amazonda kameralar ile Juan’la yürüyorduk. Yanımdan gecen yılanı fark edemedim ve tam üzerine basacakken Juan beni çekti, “Oiiii, ñaña take care!” (Dikkat et!) diye bağırdığını hala unutamam. Sonra bütün tırmanış boyunca buna gülüp eğlenmiştik. Aslında Juan, orada benim hayatımı kurtarmıştı ve bu unutulmaz bir andı.
M: Motor sporları ile bu kadar iç içe olan bir kişi olarak motor tutkunuz var mı ve motosiklet kullanıyor musunuz?
E.K.: Ben motor ya da araba çok kullanmıyorum. Olabildiğince bisikletim ile ulaşımımı sağlıyorum. Tutkum, daha çok estetik ve dizayn açısından var. Motor ve klasik arabalara bir nevi sanat eseri gibi bakıyorum. Bakmayı bırakıp daha çok kullanmaya umarım yakında başlayacağım.
M: Doğa sporları ve motor sporları derken, “Doğa” nın sizin için önemli olduğu hissediliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
E.K.: Doğanın içinde kendimi iyi hissediyorum. O kadar çok keşfedilecek şey var ki. Nereye kafamı dönsem ilham veren bir şeyler ile karşılaşıyorum. Hayvanlar, böcekler her şey! Doğanın içinde “ben” olmak ve bir çemberin içine dahil olmak paha biçilemez.
M: Kariyerinizde önemli bir yer tutan portre hikayeleriniz ile yapımcı, yönetmen ya da kameraman olarak farklı rollerde yer aldığınız motor sporlarını tartacak olsak, nasıl bir denge kurardınız?
E.K.: İki çok farklı dünya aslında ama her zaman birbirleri ile etkileşimdeler. Birbirinden tümüyle farklı konuları karıştırıp, farklı açılar katabiliyorsunuz. Puzzle yapmak gibi. Sanat islerimden aldığım vizyon ile motor sporları çekiyorum. Ekstrem sporlardan aldığım vizyon ile portreler çekiyorum. Hep bir etkileşim var. Yarı yarıya bir denge kuruyorum şu anda. Gelecekte büyük ihtimalle bu, filme daha da kayacak.
M: Yaptığınız işte, kendinize idol olarak belirlediğiniz ya da ilham aldığınız bir isim var mı?
E.K.: Bir çok isim var. Bence, mentorlar hep olmalı hayatınızda. Çok zor anlarda onların işlerine bakıp ilham alıp devam edebiliyorsunuz. Güzel bir şekilde size güç veriyor. Seçeceğiniz mentoru tanımanıza da gerek yok hatta!
M: Aldığınız ödüllerden ve sergilerinizden bahsedelim.
E.K.: “Sony Photography Awards”, “Low Light Commended Photographer” ve “Travel and Leisure’in Dünyanın En Güzel 100 Fotoğrafı Arasında Seçilen” ödüllerini aldım. Şu ana kadar iki sergim oldu, ikisi de huzur evi adına yapılan sosyal içerikli sergilerdi. Fondan gelen para ile yaşlı insanlara yardım edildi.
Amazon’daki çekimler sonrası Elif Koyutürk ve ekip arkadaşı Juan
M: Uluslararası anlamda geleceğe yönelik planlarınız ya da projeleriniz?
E.K.: Nisan ayinin sonunda Avusturya Konsolosluğu ile birlikte sergi açıyorum. Solo sergimin adi; “Eternity of Nature and Soul”, film ve fotoğraflarımın insanı ve doğayı iki ayrı gerçeklik olarak ele alırken aynı zamanda birbirleri ile olan etkileşimlerine ve diyaloglarına odaklanan bir konusu var. Bunun dışında şu anda bir filmin yazım aşamasındayım. Güzel bir kadın portre filmi olacak. 1940’larda gecen güçlü bir kadın karakteri yazıyorum, 2017 sonunda filmimi görüyor olacağız ve bir süre Amerika’da filmlerime devam etmek istiyorum, bakalım!