Yazar: Simon Hargreaves ve Steve Westlake
47.520 TL’lik Hayabusa saatte 299 km hız yapabiliyor ve bir depo benzinle
240 km yol alabiliyor. Suzuki, neredeyse aynı motor hacmine sahip bir de
otomobil üretiyor, 166 km/s yapabilen Swift, bir depo benzinle 800 km
gidebiliyor ve dört tekerleği var. İyi bir yarış olacağa benziyor…
Sessiz olun… duyuyor musunuz? Bunlar birbirine meydan okuyan şövalyelerin sesi. Bu klasik bir tavşan kaplumbağaya karşı hikayesi: Suzuki’nin 43.941 TL’lik, 299 km/s son hıza sahip, 175 bg’lik Hayabusa’sı hala yüksek performanslı makinelerin kralı; ama tüm diğer motosikletler gibi yakıt kapasitesi sınırlı; bir depoyla 190 ila 240 km arasında yol kat edebiliyorsunuz. İşte bu tavşanımız.
Benzer bir motor kapasitesiyle donatılmış başka bir Suzuki ise 800 km’lik menzile sahip olduğu iddia edilen, sadece 94 bg üreten ve 166 km/s’lik son hıza sahip… ve dört tekerleği olan Swift, nam-ı diğer kaplumbağa. Ulu Busa, kendi son hızının yanına bile yaklaşamayan ama menzili üç katını bulan büyükçe bir patene boyun eğecek mi? Bunu anlamak için onları klasik test rotamızda misafir ettik: 11 ülkeden, şehirler arası yollar köy yolları, otobanlar ve biraz da şehir karmaşası içeren sekiz saatlik bir koşu. Belli ki motosiklet kilometrelerce fark atacak… yoksa atamayacak mı?
Tavşanın Hikayesi
Kime sorduğunuza bağlı olarak, bu yarış ya motosiklet için kolay bir kek dilimi lokması olacak ya da arabanın kendini polis merkezinde bulduğu bir hüzün hikâyesi. Herkes bundan çok emin; ama benim kuşkularım var: motosiklet daha hızlı; fakat daha fazla benzin molası, tuvalet ihtiyacı, cüzdanlarla uğraşma, deriler, eldivenler, kask gibi engeller içeriyor. Eğer sürücü sakin olursa ve böbrek suyunu bir şişeye boşaltırsa otomobil hiç durmayabilir.
Bu düşünceler ve daha fazlası aklımı kurcalarken, Steve “Swifty” Westlake, motosikletin arabaya 20 dakika avans vermesi gerektiğini söylüyor. Ee, neden? “Çünkü arabayı mı, motosikleti mi alacağına karar vermeye çalışıyorsan ve motosikleti seçersen, giyinip hazırlanman 20 dakika sürer.” Doğru. Aynı zamanda iyi bir hedefim olduğu anlamına da geliyor bu. Midemi müsli barları ve enerji içecekleri ile doldururken, Swift’in uzaklaşmasını seyrediyorum. Çok saçma görünüyor, sanki sıkıca naylona sarılmış bir buzdolabı gibi; teknoloji marketinde ocaklarla ütüler arasında duracakmış gibi.
Diğer yanda Busa da tam bir afet-i figan sayılmaz. Güzel kıvrımlardan ziyade, toparlak hatları var ve beyaz rengi hatlarını fazla ortaya çıkarmış. Siyah fazlalıkları alabilirdi; ama Busa şeffaf bile olsa görüntüsü insanı zorlardı. Yine de bu yarıştaki tek düzgün Suzuki olarak harekete geçtiğinde, Busa’nın görüntüsü önemini kaybediyor; çünkü dünyada eşi bulunmaz şekilde ilerliyor.
O bir başyapıt; belki Suzuki’nin ürettiği en iyi motora sahip değil (kim GSX-R1000 K5’i inkar edebilir?); ama en iyi beş arasında. Mükemmelliğinin sırrı, klasik, silindir çapından fazla strok mesafesine dayanıyor. Bu günlerde pek çok motosiklet, hatta günlük kullanılan motosikletler bile kısa strok mesafesine sahip, yüksek devirli spor motosikletlerden alınan motorları kullanıyor. Busa ise devirlerin önemli olmadığı zamanlardan gelip bizi selamlıyor. 9.600 devir/dk’da gelen en yüksek güç ve 7.000 devir’dk/daki maksimum torkla bu motor, pek çok yeni motosikletten çok daha mantıklı bir tarih hatası (aslında, Suzuki, neden B-King dışında bir yüksek donanımlı tur modeli sunmadı acaba piyasaya? VFR1200’ü kenara atacak bir model mesela.)
Benim stratejim gaz kolunu hovardaca kullanmak değil; çünkü hapse girmek istemiyorum (ve bu testin amacı da bu değil; pek çok insanın yapacağı gibi mantıklı bir tempoyla sürmek istiyorum). Diğer yandan, hala kazanmak istiyorum; bu yüzden mükellef bir kahvaltı yapmayı veya kahve molası vermeyi düşünmüyorum. Benzini doldur, mesaneyi boşalt, yola devam; benim planım bu. Ne yazık ki; hatta aslında tam da bu kadar az devir için bu kadar çok güç sunduğundan, Hayabusa’nın musluğunun dikkatli kullanımı dahi sizi kaynayan suyun içine düşürebilir. Motosiklet sıkışık trafiğin arasından Boston’a doğru ilerleyip, Horncastle’a giden yolu parçalara ayırdıktan sonra asla saatte 160 km hızı geçmedik; ama 130 km/s’in altında da fazla vakit geçirmedik. Busa, bu tür yüksek hızlı sürüşlerde gerçek temposunu yakalıyor ve öne çıkmaya başlıyor. Devir çok az yükseliyor, 4.500 civarında. Ekonomi için iyi bir nokta. Steve’in dört tekerlekli balonunu Horncastle yakınlarında görüyorum; seyahatin başlamasından 100 km ve 45 dakika sonra. Onu saniyeler içinde geçiyorum; elini sallıyor ve ben yok oluyorum. Biraz kemeri sıkıyorum; ama ihtiyaç molası için de ölüyorum; Caenby’de duruyorum. Durmuşken depoyu da doldurabilirim; tam da öyle olmuyor, önce benzin alıyorum, sonra tuvalete gidiyorum. Ben benzincideyken, Steve gülümseyerek geçip gidiyor.
Bir sonraki saat otoyollarda sürünmekle geçiyor; M180’den batıya, M18’den kuzeye, M62’den batıya, A1’den kuzeye. Steve’in 135 km/s civarında takılacağını düşünüyorum; kameralara yakalanmak için yeterince yüksek bir hız… ben de aynı hızda kalıyorum. Tabii sonuçta onu göremiyorum. Busa’nın motoru güzel bir nostalji sunsa da sürüş pozisyonu tamamen çağ dışı kalmış bir neandertale ait. Size tavsiyem, bir tanesini alıp, 140 km/s hızların altında sürmeyi düşünüyorsanız, ilk önce vücudunuzu o şekle sokmanız olacaktır; gidonlar çok uzakta, pegler ise fazla yakında. Hızlı gittiğinizde alçak ön camdan gelen rüzgar vücut ağırlığınızı dengeliyor ve bileklerinizden baskıyı alıyor, yani otoyollarda neredeyse konforlu diyebiliriz. Ancak yavaş gittiğinizde, dirsekten aşağı her yeriniz ölüyor. Ayrıca ne kadar yavaşlarsanız durum o kadar kötüleşiyor; en zoru, 60 km/s ile trafiğin arkasında giderken, güvenli fakat yasa dışı bir solama yapmakla, durup, stres atmak için birilerini öldürmek arasındaki kararı vermek oluyor.
Şükürler olsun ki North Yorkshire’daki Hawes’a giden A684 yolunda, Swifty Westlake tarafından takdire şayan bir cesaretle sürülen beyaz bir Suzuki otomobilden başka trafik yok. Virajlarda dar yolun büyük bir bölümünü kullanıyor; ben de bir düzlük bekleyip ş**efsizi duman ediyorum.
Bu noktada, hala yarışın sonucundan emin değilim. Liderlik sürekli değişiyor ve artık elimde tutmak zorundayım; Busa 203. kilometrede boş depo gösteriyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, ben depoyu doldururken Steve yandan uçup gidiyor. Sanırım radyoda en sevdiğim şarkı çalıyordu…
Yine başlar aşağı, saldırıya geçiyoruz. Hawes’dan çıkan virajlı B6255 yolu, bu bahar sabahı sıcaklığında büyük keyif veriyor ve bozuk B6479’dan Settle’a ilerlerken Swift’i yakalıyorum. Yoldaki bir tepecikten geçerken Steve’i solluyorum, sonra da ufak bir uçuş yaşıyorum. Tek teker, her iki tekerleğin de yoldan ayrıldığı bir ana dönüşüyor; tabii ultra uzun tekerlek arası mesafeye sahip Busa bunu gayet sakin karşılıyor; ama eminim arabadan muhteşem görünmüştür. Hayabusa çirkin olabilir; ama herhangi bir motosikletten görebileceğinizden çok daha fazla “Olamaz, bunu gördün mü?!!” anı sunuyor. Tek yapmanız gereken gazı açıp, gitmesine izin vermek.
Setle’dan Skipton’a giden A59’da trafik tamamen sıkışmış durumda. Steve, yavaş ilerleyen araçlarla takılmak zorunda kalacak; hem de çift sollama yasak çizgisinin arkasında. Ben en azından, öhöm, Suzuki’min darlığı ve aşırı gücünden faydalanarak güvenli bulduğum noktalarda solamaya karar verebilirim. Motosiklet, zapt edilemez bir mermi gibi fırlıyor; Otley’e geldiğimde, yol kenarında bir ihtiyaç molası verecek kadar kendime güvenim gelmiş durumda. Hesap edemediğim konu ise; standart insan ölçeğine bağlı olarak, Steve’in de benimle aynı noktada kenara çekeceği oldu; benden tam altı dakika sonra, aynı sebeple. Eğer büyük için dursaymışım, yine önüme geçecekmiş. Yol Otley’den A1 üzerinden güneye dönüyor, sonra da M1’e ayrılıyor. Çok can sıkıcı bir durum, öğleden sonra serinliğine karşı ısıtmalı yeleğimle ısınmama rağmen hapşırıyorum. Woodall’da tekrar yakıt temini (Steve ortalıkta yok) ve otoyola çıkış. 24 numaralı kavşaktan finiş çizgisine doğru giderken A6006’nın hesabını kesiyorum. Hayabusa merhametsiz şekilde, bir Tomahawk füzesi gibi alçak uçuşta homurdanırken yolların hakimi olduğunu kanıtlıyor. Al bakalım, ezik.
Kaplumbağanın Hikayesi
Otoparkta kendimi biraz ağırdan satmış olsam ve Swift şaşırtıcı derecede leziz görünse de içten içe kendimden çok emin değilim. Bugün, yavaş araçlar arkasında sürünmekle geçen, zaman zaman da sollamaların ne kadar intihara sürükleyici olduğuna dair 1’den 10’a kadar puan vermemi gerektiren (1:biraz. 5:ortalama. 10: yo, yo almayayım, seni görmek güzeldi) dizginlenemez otomobil fırlatma uçarılıklarıyla dolu bir gün olacak gibi görünüyor.
Simon’ın bana verdiği 20 dakikalık avans süresini en iyi şekilde kullandığından emin olduğum başlangıç anlarında, Swift Peterborough kentinin korkunç sabah trafik sıkışıklığına gömüldü bile. Kahretsin.
Hız konusuna yaklaşımım gayet basit olacak: fazla aptal olmadan, mümkün olduğunca hızlı git; aynı motosiklet üzerinde yaptığım gibi. Bunun anlamı, sinsi sollamaları kollamak; ama karşıdan gelen sürücülerin selektörlerine maruz kalmamak (karşıdan gelen araç tanımı önümüzdeki 700 km boyunca bizim için geçerli değil) ve yerleşim bölgelerinde hızımı düşürmek. Eğer benzin için durmak zorunda kalırsak Swift bu yarışı kazanamayacak, bu kesin. Bu kaplumbağa tavşan yarışında sahip olduğumuz tek gerçek avantaj, sürekli durup kalkan Busa benzin molalarından fırlarken, bizim akıcı sürüşümüze devam etmemiz olacak. (İlginç gerçek: Suzuki mühendisleri Swift’i tasarlarken kaplumbağayı temel almışlar. Belki…)
Tabii 700 kilometreyi tek depoyla gitmek için yakıt ekonomisine kafayı takıp, boş viteste gitmenin de anlamı yok. Saatte ortalama 30 km daha yüksek bir ortalama hız, bize altı saatte 180 km kazandırır; 10 dakikalık benzin molasının kaybettireceğinden çok daha fazla yani.O zaman bu Suzuki Kaplumbağa… yani Swift hemen gazlamaya başlar.
Bu da demek oluyor ki Revesby’nin kuzeyindeki ilk Lincolnshire virajlarına hapishane kaçkını gibi girebilirim. Burada Swift’in yol tutuşu bana keyifli bir sürpriz yapıyor ve hızlı, agresif sürüşüme sıkı, kontrollü dönüşlerle cevap veriyor. Mükemmel. Bu iş eğlenceli olacak. 1,2 litrelik motor etkileyici ve hevesli. İlk ve ikinci vitesler arasında dev bir boşluk var; bu da iyi bir hızlanma yakalayabilmek için devir göstergesini kırmızı bölgeye iyice gömüp, ikinci vitese sonra geçmek gerektiği anlamına geliyor; neticede Swift sert sürüşü ödüllendiriyor.
Ancak rahatsız edici şekilde, Swift’in küçük beyaz çoraplarını iyice kızdırmış olmama rağmen, Simon bir saat olmadan ve daha sadece 100. kilometrede yanımdan geçip gidiyor. Yelkenlerimiz aniden suya iniyor ve kimse görmeden, Pazartesi sabahının dev trafik buzdağının arkasında takılı kalıyoruz. “Ben iniyorum. Biraz daha sakinleştirici ister miydin canım?”
Caenby Corner’a yaklaşırken gerilim artıyor ve ByebyeBusa’nın ilk benzin molasını izliyoruz. Bizi 20 dakika önce geçti, o yüzden yakalayabileceğimizden emin değildik; ama EVET! Yanından hızla geçip gidiyoruz ve bir an için Simon’ın el kol hareketleriyle bir şey anlatmaya çalıştığını görüyorum sanki. “Penisini gösteriyordu!” diyor, arabada ödü kopmuş halde oturan Chip, heyecanla. Bu hareketin, çişini yaptığı veya yapacağı anlamına geldiğini tahmin ediyoruz. Bizim bu tür bir konfor için zamanımız yok. Bir dolu sandviçimiz müsli barlarımız, suyumuz var ve mesanelerimiz patlama noktasına gelene kadar durmuyoruz. Bir noktada rahatlamak için Lucozade şişesini de kullanmayı düşünüyoruz.
Öndeyiz ve yarış aniden daha canlı görünmeye başladı. Kamyonların yanından uçup gidiyoruz ve sonra M180, M18, M62 ve A1/M)’nin üç şeritli sakin havasına bırakıyoruz kendimizi; hız sabitleyiciyi saatte 145 km’ye ayarlayıp, Simon’ın daha hızlı gidemeyeceğine kendimizi inandırıyoruz; tabii polise yakalanma riskini almak istemezse… o zaman yarışı hükmen kaybeder.
Ripon’da otoyoldan çıkıyoruz ve Yorkshire Dales’e giden virajlı yollara giriyoruz; o ise hala arkamızda. Otoyolun sakinliğinden sonra, A6106 bizi kuzey batı yönünde ateşlerken, Swift yeniden her üç yönde salınmaya başlıyor. Bir saatten fazla önde kalıyoruz ve Simon çevik Swift’i geçtikten sonra bile onu cesaret verici bir şekilde, birkaç dakika boyunca gözden kaybetmiyoruz.
Chip “Onu Hawes’da tekrar yakalayacağız!” diye bağırıyor; Simon’ın hızla gelen benzin molasını hesaba katarak. Tabii biz de Busa deposuna dayalı benzin pompasını görmek için yan tarafa bakıp, iki parmağımızla dost selamımızı veriyoruz… bu da ikinci geçişimiz olduğunu gösteriyor.
Yollar boş ve yarışın en keyifli bölümüne giriyoruz. Öndeyiz ve ralli pilotu oyunu oynayıp farkı mümkün olduğunca uzun süre korumanın zamanı geldi. Chip, bu noktada arka koltuğa geçme hatasını yapıyor… “biraz fotoğraf çekmek istiyorum, belki bizi yakalarken çekebilirim onu.” Ancak yol o kadar virajlı ve tepeciklerle dolu ki Chip büyük denizdeki küçük bir sandal gibi sağdan sola savruluyor. Nihayet Simon’ı aynalarımızda görüyoruz ve bu oyuncaklı yolların da yardımıyla güç/ağırlık avantajını birkaç dakikalığına yenmeyi başarıyoruz. 1200 metrelik bir düzlüğe açılan hızlı bir viraj, zaferimizin sonunu işaret ediyor ve Busa yine yanımızdan uçup gidiyor. Ancak sonra, yolun yanlış tarafında giderken, Simon iki beklenmedik tepecikten geçiyor ve gösterişli şekilde uçup, her inişte hafif yalpalıyor. Chip ve ben adrenalin sarhoşluğu ve kovalamacanın korkusuyla Amerikalılar gibi hop oturup hop kalkıyoruz. Yaşadığımız çılgınlık yüzünden kahkahalara boğuluyoruz. Simon gözden kayboluyor ve bir kez daha yavaş sürücüler tarafından yavaşlatılıyoruz; son soruyu sorma zamanı geliyor: benzin almamız gerekecek mi? Eğer gerekecekse bu oyun bitmiş demektir; çünkü Simon’ın sadece bir kez daha benzin alması gerekiyor.
Durum iyi görünmüyor. İlk 160 kilometre boyunca gururla dolu depo gösteren iğne, şimdi bir alkoliğin yatak odası keyfinden daha hızlı şekilde düşüyor. Artan araç trafiği arasında şansımızı mümkün olduğunca zorluyoruz; ama Simon’ın trafiğin arasından tereyağından kıl çeker gibi sıyrılışını hayal ettikçe ümitlerimiz giderek azalıyor; onun son bizimse ilk benzin molamızdan önce farkı iyice açıyor olmalı.
524. kilometrede, benzin ışığı, bilinen gerçeği açıklamak için yanıyor: Oyun bitmiştir. Moralimiz bozuk şekilde altı saatten uzun süredir arabada hareketsiz duran bacaklarımıza 20 dakikalık bir esneme molası vermeye karar veriyoruz. Kaplumbağa yenildi, bundan eminiz.
Dergi ofisine yaptığımız son yolculuk sakin geçiyor. Swift iyi bir iş çıkardı. Liderlik koltuğunda uzun zaman geçirdi; tüm gün boyunca konforluydu, yüksek hızlarda sessiz ve zorlanmaya hevesliydi. Ben olsam bir tane satın alırım.
Yine de Busa’yı yenemedi.