Yazar: Özlem Köseoğlu
Başarılı bir ud sanatçısı olan babası Hasan Erkoç’un izinden gitmeyi kendine ilke edinmiş, senelerini müzik eğitimine vermiş olan profesyonel müzisyen Fatih Erkoç’un motosiklet sevdasını bilmeyenimiz yoktur. İzmir konseri öncesi kendisini hazır yakalamışken, motosiklet üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Tüm zamanı müzik ve organizasyonlarla dopdolu olmasına rağmen motosikleti de asla ihmal etmeyen Erkoç’un iki teker aşkını kendisinden dinleyelim. Çok değerli usta müzisyen Fatih Erkoç ile röportaj gerçekleştirirken çok heyecanlansam da mütevazı kişiliği ile sohbet havasında geçen röportajımızı, henüz konser başlamadan kuliste tamamlamıştık.
Muhteşem bir İzmir akşamında röportajımızı tamamlamış olmanın mutluluğu bir yana sonunda o muhteşem sesi ile Fatih Erkoç’u dinlemeye koyulmuştuk. Bir ağızdan söylenen şarkılar, Fatih Erkoç’un herkesin kalbinde ne kadar özel bir yeri olduğunu kanıtlar gibiydi.
Motoron: Motosiklet ile ilk tanışmanız ne zaman oldu? İlk motorunuzdan günümüze kadar gelecek olursak?
Fatih Erkoç: Motosikletle ilk kez tanışmam, eski bir Vespa ile askere gitmeden 17-18 yaşlarında oldu. Sonra ara vermek zorunda kaldım çünkü önce askere ardından da Norveç’e gittim. Türkiye’de Vespa’mı kullanırken birisi bana çarpmıştı, çok yaralanmamıştım ama bu geçirdiğim ufak kaza yüzünden biraz korku gelmişti. Norveç’te de motosiklet hobimin gelişmemesinde bu olayın etkisi olduğunu düşünüyorum. 1986’da Norveç’ten döndüğümde hemen bir motor aldım ve yeni motorum 250cc’lik Yamaha Virago’yu uzun süre kullandım.
O sıralarda biraz tanınmaya başlamıştım ve Kuşadası Altın Güvercin Yarışması’nı kazanmıştım. Motorumu satmak istediğimde, aldığım mağaza sahibine, “Tekrar kolaylıkla satabilir miyim?” dedim. Kendisi de “Fatih Erkoç’un motorunu satamazsam, burada ne işim var” dedi ve birkaç yıl bindikten sonra motorumu sattık.
Ardından Kawasaki VN800 aldım. Bu sıralarda etrafımdaki arkadaşlarım, bu modellerdense uzun yol için Enduro’nun daha iyi olacağını söylüyorlardı. Sonrasında BMW GS 1100 aldım ve o motorumla eşim Mehlika Hanım ile 50,000 km yol yaptık. En az altı ya da yedi defa İstanbul’dan Bodrum’a, birkaç kez de Antalya’ya gidip geldik.
O zaman nispeten gençtim. Şimdi o kadar uzun yol pek yapamıyorum çünkü biliyorsunuz Lenfoma hastalığı atlattım. En son uzun yollarımdan birisini, Eylül ayı gibi yapmıştım. 1998 model 1500 motor Honda Goldwing motorum Bursa’da duruyordu. Motorumu, Bursa’dan Bodrum’a eşimle beraber yaklaşık dokuz saatte getirdik.
Üç saati eşle dostla oturup sohbet etmekle geçti ve ara ara mola da verdik. Motorum şu anda Bodrum’da duruyor ve fırsat buldukça kullanıyorum. Bir de epey uzun yıllardan beri scooter kullanıyorum ve şu anda Yamaha 250 X-Max’im var. Araba galerisinin dışında bir de Yamaha Bayisi olan bir arkadaşımdan, büyük ön cam, arka çanta, bir tane de yana rüzgarlık alacağım. Herhalde cumartesi günü elime geçmiş olacak. Bu gece İzmir’den Bursa’ya geçeceğim çünkü Bursa’da bulunan okulumuzun yani Fatih Erkoç Sanat Akademisi’nin konserleri var.
Bu arada başka motorlarım oldu. İki tane Honda Goldwing’im daha oldu, onlar 1800’lüktü. Bir tanesi 2001 model mavi renkli bir Goldwing’ti. Bodrum’da bir ara kullandım ama tangır tungur yollarda kıyamadım ve sattım. Sonra 2006 model 30. Yıl versiyonu aldım. Çok güzel motorlar tabiki ama sonra onu da sattım.
Fatih Erkoç, Bodrum’un yoğun yaz trafiğinde vazgeçmediği ve “kurtarıcım” dediği Yamaha X-Max 250 ve çok sevdiği 1998 model 1500 cc Honda Goldwing kullanıyor.
M.: Motosikletin sizin için “anlamı” ve “hayatınızdaki yeri” desek?
F.E.: Uçak kullandım, 130 saat uçuşum var. Amatör pilotluk lisansım var ama tabi geçerli değil. Özellikle inişlerde çok heyecanlı, zevkli ve adrenalin dolu oluyor. Onun verdiği ayrı bir zevk var. Tekne kullanıyorum ve teknenin bambaşka bir özgürlük hissi vermesi söz konusu. Ama motosiklette, o rüzgarı yüzümde hissettiğim zamanki mutluluğu hiç birinden almadım.
Hatta bir tek motosiklet kullanırken, bugüne kadar herhalde en az üç veya dört kez ilahi bir şey oldu. Böyle hafif bir titreme geldi ve kendi kendime “Allahım sana şükürler olsun.” dediğimi hissediyorum. Çok tehlikeli bir taşıt olmasına rağmen farklı bir şey, çok büyük bir özgürlük ve tutku. Bu yüzden de, bu işlerle uğraştığınız için sizi tebrik ediyorum.
Mümkün olduğunca çok motora binen insan olsun ve Türkiye’de çoğalsın istiyorum. Ayrıca trafikteki diğer şoförlerin de bir gün bizleri yani yoldaki motosikletlileri, fark edip biraz daha saygılı kullanmalarını temenni ediyorum. Çünkü hakikaten hem çok zevk verici hem de arabayla yapamadığın birçok şeyi yapabildiğin bir taşıt.
Mesela İstanbul gibi çılgın bir yerde, motosikletle üç dört yere uğrayıp işlerinizi halledebiliyorsunuz ama araba ile böyle bir imkanınız yok. Zaman zaman dile getirdiğim gibi, motosikletin zevkinden daha çok işlevselliği ve ulaşım kolaylığı sağlaması hoşuma gidiyor.
M.: Motosiklet ile ilgili hiç unutamadığınız bir anınız?
F.E.: İnegöl’de trafik polislerinin önünde istemeden tek teker yaptığımı asla unutamam. Enteresan pek bir şey yok ama bir seferinde Bodrum’dan Antalya’ya gidecektik. Bir iki gün Bodrum’da kaldık ve planımızda sabah yola çıkmak vardı. Kaldığımız otel gelişmiş bir otel değildi. Temmuz veya Ağustos sıcağıydı ve klima olmadığı için camları açmak zorunda kaldık. Sineklik olmadığı için içeriye sivrisinek doldu ve uyumak için debelendik resmen. Sabah üçe kadar uyuyamayınca, eşime “Hadi kalk, biz serin serin gidelim.” dedim.
Antalya’daki otel güzeldi, oraya gittiğimizde dinleniriz dedik. Sabah bir işimizde yoktu ve gece 3’te yola çıktık. Gece gittiğiniz zaman yolculuğu biraz daha hissediyorsunuz. Yolda bir yerden geçerken bir anda bir serinlik geliyor, sonra başka bir yerde sıcaklık geliyor. Bir arabada Cabrio değilse bunu hissetmiyorsunuz tabi ki. O yolculukta bir de Mehlika Hanım arkada epey uyudu. (Hep beraber tekrar gülüyoruz.) Neredeyse bağlayacaktım kendisini arkaya Allahtan yan çantalar ve arka sırt çantası var da her taraftan dayanak olduğundan düşmeden gittik.
Fatih Erkoç’un motor sürmeyi ne kadar sevdiği motosikletini anlatırken gözlerinin parlamasından anlaşılıyordu. Herkes için olduğu gibi, Fatih Erkoç için de motoru ve motoruyla yaptığı her bir seyahat oldukça özel.
M.: Klasik bir soru olacak ama sürücülere, motosiklet eğitimi almalarını öneriyor musunuz?
F.E.: Bu işe, ders almadan kesinlikle kalkışmamaları lazım. Kullanması bisiklet gibi görünebilir ama gazını, frenini, özelliklerini bir öğretmenden bir bilenden öğrenip birkaç ders almalarından yanayım. Araba kullanma ehliyetleri olsa bile motosikletin bir öğretmen tarafından öğrenilmesi taraftarıyım. Müzikten örnek verebilirim.
Önce müzik kurallarını öğrenirsin, ondan sonra istiyorsan müzikte kuralları bozabilirsin. Trafik kurallarını bozmayalım ama müzikte birçok insan kuralları, öğrenmeden kendi kafasına göre bozmaya çalışıyor. Kuralları bilmeden yapmaya çalıştığında da abes kaçıyor. Burada da böyle; kuralları bir eğitmenden öğren, ondan sonra öğrendiklerinin daha fazla pekişmesini kendin kavrayacaksın. Ne kadar motoru yatıracağını, virajlarda ne yapacağını, ne kadar frene basarsan hangi zamanda duracağını, önce bir öğretmen söylesin, sonra sen zaten kişisel beceriyle öğreneceksin.
M.: Çok sevdiğiniz müzik ile motosiklet arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Size göre var mı öyle bir bağ?
F.E.: Motosikletin verdiği özgürlük, belki motordan indikten sonra bir ilham olarak size müzik ya da beste yapma şansı verebilir. Ama genel anlamda böyle bir şey yok. Çünkü ilhamın nereden geleceği belli olmuyor. Bu yüzden aslında motosiklet kullanma ile müziğin çokta bağdaştığını düşünmüyorum.
Çünkü özellikle ve özellikle piyano, klavye ya da gitar çalan kişiler için eller, ne kadar önemlidir bilirsiniz. Motosikletten düşme durumunda da belki ilk koruyacağınız yer kafanızdır, orada genelde kask var. Ama herkes eldiven takmayabiliyor. Takılsa bile kötü bir kazaysa eller, hasar görebiliyor. Dolayısıyla motosiklet, müzisyenlikle çokta bağdaşmayabiliyor. O yüzden kurallara uymak, hepimiz için sürekliliği sağlamamızın tek yolu diye düşünüyorum.
M.: Çok fazla enstrüman çalıyorsunuz, motor sürmeyi herhangi birisine benzetebilir misiniz?
F.E.: Benzetme yapılabilir aslında. Trombona biraz benziyor diyebilirim, hani motosiklete fazla gaz verdiğin zaman çıkan “Vırnnn” sesi gibi, trombonu da yanlış çaldığın zaman aslında affedersiniz ama kötü ses çıkabiliyor. (Fatih Bey hiç ummadık bir anda sesler eşliğinde benzetmeleri yapınca, kendisi de dahil eşi Mehlika Hanım ve Fatih Bey’in Menajeri Hüseyin Bey ile hep beraber gülmekten kendimizi alamıyoruz ve Fatih Bey cevabına dönüp devam ediyor.) Aslında bu soruyu cevaplamak için biraz daha düşünmek lazım belki.
Mesela bir röportajda, “İzmir şehrini enstrüman olarak bir şeye benzetseniz, neye benzetirsiniz? diye bir soru yöneltilmişti. Ben de piyanoya benzetmiştim. Çünkü piyano, enstrümanlar içinde en önemlisi, en iyisi, belki de en güzeli. Çünkü tek başınıza, birçok şey çalabilme şansınız var. Piyano, o kadar güzel bir enstrüman ki yüzlerce sene öncesinden bugüne, nerdeyse aynı şekilde hala varlığını sürdürüyor. İzmir’de o kadar güzel bir şehir, dinleyicisi de o kadar güzel bir dinleyici.
O yüzden İzmir’i piyanoya benzetiyorum ama motosiklet ile bir enstrüman derseniz, en yakın trombon geldi aklıma. Ama daha güzel bir cevap belki bir daha seferki röportajda bulabiliriz. Konser esnasında muhteşem şarkılarının birinin ardından “Konser öncesi bir motosiklet dergisinden bir bayan arkadaşımız ile röportaj gerçekleştirdik. Kendisi bana “Çok fazla enstrüman çalıyorsunuz motor sürmeyi hangisine benzetirsiniz?” sorusunu yöneltince” diye başlayarak o anı anlatmaya koyuldu. Fatih Erkoç anlatırken ve tüm izleyiciler pür dikkat kesilmişken, heyecandan neredeyse soluksuz kalarak dinlediğim ve asla unutamayacağım bir an olduğunu samimiyetle söylemeliyim…
M.: Biraz da müzik diyelim: geleceğe yönelik projeleriniz nelerdir?
F.E.: Gelecek planlarımızın arasında hem müzikle ilgili projeler hem de bir kitap söz konusu. Geçen yaz yakalandığım hastalıkla birlikte, o hastalığı anlattığım, hislerimi, duygularımı, sahnedeki konserleri ve onun getirdiği duyguları dile getiren bir kitap yazdım. Eylül ya da Ekim ayları gibi çıkacak. Belki Kasım, Aralık gibi de bir albüm çıkma durumu var. Kitabımın ismi büyük ihtimalle benim şarkılardan birisi olacak: “Avuç içi Kadar Mutluluk Yeter” gibi bir şeyler olacak. Çok değerli bir hanımefendi Eylül Hanım editörümüz önermişti ve ben de çok iyi buldum. Kısaca proje olarak bir aksilik olmazsa kışa bir albüm ve bir de kitap söz konusu.
M.: Son olarak motosiklet tutkunlarına ve okuyucularımıza söylemek istedikleriniz?
F.E.: Tabi ki ben Fatih Erkoç olarak onların abisi, amcası ya da bazılarının kardeşi olarak beni sevdiklerine çok eminim. Ben de onları çok seviyorum çünkü onlar sayesinde bu röportajı yapıyoruz sizinle, onlar sayesinde Fatih Erkoç ismi var oldu.
Hepsine müteşekkirim bu anlamda. Biraz önce de değindiğimiz gibi trafik kurallarına olabildiğince yüzde yüz uymanın mümkün olmadığını biliyorum. Fakat olabildiğince kurallara uyup insanları dikkate almamız lazım. Trafikteki diğer şoförler de lütfen bizi “motosikletçileri” fark edip dikkate alsınlar. Arada 3 teker olsa da onların varlığı iki teker üstünde ve bunu akıllarında bulundursunlar. Mesela kendi çocuklarının orada motosiklete bindiğini düşünsünler ve bizi varsaysınlar. Tüm motosiklet kullananlara sevgilerimi iletiyorum. Kazasız belasız mutlu seyirler diliyorum.