Frankfurt’ta ara caddelerden birinde üç kilometrelik sokak ufkunda tek bir aracın olmadığı ışıklarda dört kişi bekliyoruz. Kırmızı yanıyor. Ülkemde olsa birisi gelip kamera şakası yapılıp yapılmadığını sorabilir, durum o kadar tezat yani.
İstanbul alışkanlığımla daralıyorum. İçimden sekiz adımlık tek şerit, tek yön caddeyi sekerek geçip otelime devam etmek geliyor. Utanıp bekliyorum.
İlk bir dakikasını atlamış olabilirim ama sonra saate baktığımda yeşilin yanması 2,21 saniye tutuyor. Bir dakikada ilk süreden koy, neredeyse 3,5 dakika. Tam tamına 3,5 dakika! Sadece iki aracın geçtiği bu gereksizliği kendimce haksız çıkartmak için adam saat hesabı yapıyorum. Her gereksiz ışıkta bilmem kaç saniye bekleyen onyüzbin bekerel nüfuslu bir şehirde, gelir seviyesi şu kadar lira olsa, bu kadar zarar yazar filan diye. Aklıma geliyor, ulan Almanya’dayım ben.
İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir edilmiş ve mağlup olmuş ülkedeyim. Şu anda dünyanın bilek hakkıyla güçlü ilk beş ülkesinden birinden bahsediyorum. Bir Mercedes geçiyor önümden sonra bir BMW. Daha sonra bir Mini. Otomotiv defilesi gibi! Biz ise otomobil yapalım mı yapmayalım mı onu konuşuyoruz Türkiye’de. Ben de ışıklarda saat hesabı yapıyorum. Çok zekiyim ya. Boşa beklemeyi fayda zarar denkleminde haybeye gördüm ya. Kendi içimde küçüldüm, boyum kısaldı neredeyse, canım sıkıldı.
Merkeze indim. Toplumsal olaylar başlamış. Adamların ayaklanma sebebini okuyorum internetten, kafam basmıyor. Avrupa Merkez Bankası açılıyor, ama bu merkezin stratejisi bankalar ve şirketleri zenginleştirirken vatandaşların iflasına neden oluyormuş. Milletin ilgilendiği şeye bak!
Polo’ya gidip oğluma motor pantolonu bakacağım ama polis her yeri sarmış. “Ulan” dedim kendi kendime “Burada bir yerde olayların ortasında kalmayayım. Gözaltı, eylem!” can sıkıcı şeyler. Kime anlatacağım derdimi, “Danke”den başka bildiğim Almanca kelime yok. Ama toplantılarım kolay olsun diye oteli tam merkezden tutmuşum. Yani bir nevi Taksim The Marmara’da kalıyorum gibi düşünün. Polis birer manga olarak öbeklenmiş, ortalarından geçmem gerek. Adam saat hesabından moralim bozuk, ama polis eylem ikilemine muhabirlik yıllarımdan alışığım, yürüyorum. Birbirinden kopuk 7- 8 kişi yürürken birden o ilgisiz mangalardaki polisler bir saniye içerisinde tek kişilik bir perde oldu. Sadece benim ve bir kişinin daha geçeceği bilinçli bir alan bıraktılar, geçince o aralık da kapandı. Diğerleri geçemedi haliyle.
Bu kadar kişi içerisinde kim gösterici kim değil, kim turist, kim vatandaş anlaşılır gibi değil. Bildiğin, olayların ortasından adam ayırıyor, adam ayıklıyorlar.
Ertesi gün otobanda, kurallar bütününün ortasındayım. 30 yazan yerde 35’le giden yok. Sabır köprüsü gibiyiz. Ama bir yerden sonra hız tahdidi yok. Sanırım yanımdan geçen X6 260’la filan gidiyordu.
Herkes motora biniyor, herkes köpek gezdiriyor, herkes bisiklette, bankta… Ben ise beklediğim ışıkta adam saat hesabı yapıyorum. Motosiklet mi? Ne motosikleti kardeşim! Bizim motosiklete binerken karşılaştığımız tehlikelerin 20’de birinin yaşanmadığı ülkelere imreniyorum. Görgüsüz, bencil, kuralsız ve hatta biraz vandal halimden/halimizden utanıyorum. Neyse ki hala utanabiliyorum. Hayallerle dönüyorum güzel ülkeme.
Yollarda kurallara uyulan, dönüşlerde kaynak yapılmayan, kırmızı ışıkta dakikalarca beklenen bir ülke düşü kuruyorum. Artık üzülmüyorum, üzülemiyorum. Elimde olmayan ve gerçekleşmeyecek beklentiler için üzülmemeyi öğreneli çok oldu çünkü. Sadece utanıyorum.