Menu
in

Yeni Arai RX-7V Isle of Man’da Tanıtıldı

1950’lerin başında, motosiklet kullanmaya delice tutkun Japon bir şapkacı, motosiklet kullanırken kafayı korumaya yarayan bir şeyler tasarlamaya karar vermişti. Hirotake Arai’nin o dönemde yaptığı kasket formatındaki kaskların gün gelip de yarışlarda en çok tercih edilen kask markası olacağını o gün iddia etseler, kimseler inanmayabilirdi.

Sektördeki boşluğu çok iyi değerlendiren ve de işi bir aile firması olarak götüren Arai’nin önce oğlu, bugün ise torunu Akihito Arai bu işi çok ilerleterek firmayı bugün olduğu noktaya getirmeyi bilmiş. Son tasarımları RX-7V’yi tanıtmak içinse olağanüstü bir yer seçmişler. Türkiye Distribütörü Mototaş’ın organizasyonu ile gittiğimiz Isle of Man’dan aklımızda, çok değişik anılar ve Arai’nin yarattığı bir hayranlığın izleri kaldı.

 

Isle of Man, yeni Man Adası, İngiltere’nin batısında, İrlanda ile İngiltere arasında bulunuyor. En uzun yeri 52 kilometre, genişliği de 22 kilometre kadar olan adanın nüfusu 85.000 kişi. İçişlerinde bağımsız bir hükümeti olsa da, ada aslında Birleşik Krallık’a bağlı olarak idaresini sürdürüyor. Ada’da hayvancılık, çiftçilik gibi geçim kaynakları olsa da, asıl geçimlerini motosikletçilerin yarattığı turizm faaliyetinden sağlıyorlar. Ada’nın en turistik aktivitesi olan “Turist Trofisi” (TT) yarışları, FIM’in kontrolünde düzenlenen MotoGP’nin de bir sınıfı olan yarışların başında geliyor. Bu yarışların en büyük özelliği sokakta yapılması. 37 mil (yaklaşık 60 kilometre) uzunluğundaki bir parkurda gerçekleştirilen yarışlar bildiğiniz evlerin arasındaki sivil sokaklarda geçiyor. En önemli aktivitelerden birisi de motorla adaya gelip bu parkurda sürüş yapmak. Ada’yı tanıtan kitapçıklarda başlıca bilgi olarak “Isle Of Man’daki yollarda sanılanın aksine hız limitleri vardır ve yoğun kontroller yapılır” demişler.

 

Yani TT sokakta geçiyor diye kendi motorunuzla istediğiniz zaman gidip gazlamak söz konusu değil demek istiyorlar. Yarış döneminde ise motosikletli turist sayısı en üst noktaya ulaşıyor. Ana kara yani İskoç topraklarından buraya gelen feribota bu sene TT yarışı döneminde 40 bin motosikletin ve onlardan başka 25 bin yayanın rezervasyon yaptırmış olduğunu öğrenmemizle birlikte gözlerimiz faltaşı gibi açılıyor. Yani bir ada nüfusu kadar daha adam adaya çıkartma yapıyorlar. Biz adaya gemiyle gitmenin uzun sürdüğünü öğrenince, mecburen uçak tercih ediyoruz, önce İstanbul’dan Manchester’a, oradan da pırpır uçak ile Man Adası’na uçuyoruz. TT yarışlarından 1-2 gün önce vardığımız adanın Arai için özel bir anlamı var. 1 hafta antrenman, 1 hafta da çeşitli sınıflardan motorların yarıştığı aktivite esnasında 100’den fazla yarışçı Arai kullanıyor, bunlar toplamda 4.000 adet kask vizörü jelatinini de yarış esnasında yüzlerinden çekip adanın yollarına fırlatıyorlar. Arai bu yarışlarla olan sıkı bağlantılarına istinaden yeni RX-7V’nin lansmanını burada yapmaya karar vermiş. Ayrıca her sene, adanın 3 bacaklı işaretini üzerine koydukları bir hatıra kaskınının bu yılki versiyonunu da burada bize gösterecekler. Limitli üretilecek Isle of Man versiyonundan başka, Dani Pedrosa, Nicky Hayden, Freddie Spencer ve Maverick Vinales replikalarının çıkacağını biliyoruz. Kaskın lansmanı yapılmakla birlikte, dünya ile aynı zamanda Türkiye’ye gelmesi bekleniyor, olası tarih de 2015’in son ayları gibi görünüyor.

 

 

 

 

Gün 1

 

Motoron’u temsilen adanın havaalanına iniyoruz. Her şey son derece mütevazi; küçük uçaklar, küçük binalar, uçaktan yürüyerek terminale giriyoruz, hemen çıkışta Arai ekibi bizi karşılıyor. Organizasyonu Arai’nin Hollanda’daki merkezinde çalışan ekip üstlenmiş, Japonya’dan da onlara destek olmak üzere bir ekip gelmiş. Gazeteci ekibi de yaklaşık 30 kişi, dünyanın her köşesinden gelip buraya toplanıyoruz. Otobüs şöförüne soruyoruz; “şehir uzak mı?” diye, “uzak, yarım saat sürer” diyor. Küçük yerde yaşayınca insanın da uzak kavramı değişiyor haliyle. Man Adası’nın başkenti ve en kalabalık şehri Douglas’a otobüsle seyahat 20 dakika sürüyor. Douglas deniz kenarına kurulmuş 27 bin kişilik nüfusa sahip bir şehir. Deniz kıyısından başlayarak çok dik olmayan biçimde yukarılara doğru tırmanan eğimli bir coğrafya üzerine kurulmuş. TT Yarışları burada, şehrin üst noktasından geçen yolda başlıyor ve bitiyor. Bu yolun üzerinde “büyük tribün” adı verilen bir yapı var, her sene padok alanı buraya kuruluyor.

 

Yarışlar esnasında ortaya çıkan otel ve yatak ihtiyacı, yine yarışlar esnasında bu padok alanına kurulan Snoozebox ismi verilen bir otel ile çözüme ulaştırılmaya çalışılmış. Snoozebox, eski konteynerleri alıp oda biçiminde kabinlere dönüştüren, bunları da üst üste yığarak geçici bir otel binası haline getiren girişimci bir firmanın projesi. Özellikle motor sporları gibi geçici ve kalabalık spor olayları esnasında bir yerden bir yere taşınabilir olması açısından oldukça iyi düşünülmüş bir proje. İngiltere Silverstone’daki ana yerlerinden konteyneleri yükleyip buraya getirmiş, padok alanının içine kurmuşlar. Biz de burada kalacağız. İlk gün için bir tanışma toplantısı düzenlenmiş, hep birlikte adanın daha güneyindeki adanın üçüncü büyük şehri Peel’e gidiyoruz. Gezi süresi boyunca bizi taşıyacak olan otobüs şoförü Dave çok alem adam. Daha önce side-car ile yarışıyormuş, dolayısıyla ada yollarında ne olmuş, yarışlarda kim nasıl uçmuş, hangi viraj kaçla dönülür, bütün olaya hakim. “İşte Guy Martin’in burada motoru patladı, şu aşağıda 300 metre ilerideki trafik ışığı var ya, oradan topladık adamı” gibi hikayelerle olayı epeyce renkli hale getirmeyi de biliyor. Bee Gees isimli pop-rock grubu burada doğmuş, bir kaç defa onu anlattı, evlerini gördük. Şimdi içinde CarrefourSA’nın İngiltere versiyonu Spar süper marketi var. Koskoca Bee Gees bir eve sahip çıkamamış, ya da kiraya vermiş. Peel’deki House of Mannanan isimli belediye binasında bizler için küçük bir davet düzenlemiş Arai. Burada aynı zamanda küçük bir yarış sergisi düzenlenmiş, efsanevi yarışçı Joey Dunlop’ın 2 yarış motoru, kaskı ve görsel bazı bilgileri keyifle okuyoruz. Yarın basın toplantısı ve pistte sürüş var, heyecan dorukta.

 

 

 

 

Gün 2

 

Basın toplantısı Manx Müzesi’nde düzenlendi. Man Adası oldukça küçük, geçimini motosiklet turizmi ile sağlayan bir ada. Dolayısıyla müze ölçekleri de oldukça küçük. Başkent Douglas’taki bu müzede ada tarihinden örnekler var, bir de yerel sanatçıların eserleri. Bunların arasından geçerek konferans salonuna giriyoruz, ortalık rengarenk Arai örnekleriyle dolu. Tam ortada da yeni RX-7V üzeri Arai flaması ile örtülü biçimde duruyor. Sahneye önce Akihito Arai çıktı. Yeni kaskın firmanın en üst seviyedeki ürün gamını temsil eden yeni bir ürün olup, GP serisinin devamı niteliğinde geliştirildiğini söyledi. Eski-yeni gibi bir ayrımları olmadığını, Arai için önemli olan konunun kendilerini yenileyen bir süreklilik olduğunu belirtti. Küreselleşip para odaklı işlere yönelen diğer firmaların aksine, Arai firmasının sahibinin ailesi olduğunu, bu sebeple de kendi seçtikleri güvenlik politikası üzerine çok kafa patlattıklarını, “glancing off” dedikleri tekniğe de bu sebeple ağırlık verdiklerini açıkladı. Detay kutusunda göreceğiniz üzere kaskın orası böyle, burası böyle gibi oldukça uğraşılmış detayları olsa da, asıl getirdikleri yenilik vizör mekanizmasını aşağı alarak SNELL testi güvenlik çizgisinin üzerinde hiç bir köşeli nokta bırakmamaları olmuş. Bu ne demek? Adamlar diyor ki, bu kaskın tamamı yumurta gibi olmalı, sırt üstü yere düşen motorcunun kafası yerde sürtünürken kask adamla beraber kaymalı ve hiç bir yere takılmamalıymış. Köşeli kaskların, üzerinde sert biçimde bazı detaylar barındıran kaskların, herhangi bir yere takılma ve kafayı boyundan döndürme tehlikesi varmış. Boyanın dahi pürüzsüz olması meselesine çok kafa yormuşlar. Üzerinde süslü hava kanalları var, bunlar çok kolay yerinden çıkacak gibi tasarlanmış.

 

 

 

 

Vizör bağlantı/pivot noktası RX-7GP’ye göre 24 mm aşağıya çekilmiş. Bu, kaskın daha büyük bir yüzeyde daha akıcı bir yüzey çizgisi elde etmesine olanak tanımış. Çıkıntısız dış kabuk yüzey alanının artması, kaskın dayanıklılığına da katkıda bulunmuş. Daha geniş ve akıcı/ çıkıntısız yüzey, kaza anında sürücünün beynine iletilecek enerjinin daha fazla yüzeye dağıtılacağı ve daha fazla miktarda enerjinin absorbe edileceği anlamına geliyor. Bu kapsamda yeni vizör bağlantısı sayesinde, Arai’nin imzası haline gelen yan vizör kapakları da küçültülmüş. Bu küçültme işlemi ile vizör kapakları, Amerika’nın SNELL darbe testlerinin uygulandığı bölgeden de dışarıya çıkartılmış. ECE ve SNELL gibi kuruluşlar kaskı 28 km/ saatlik bir çarpışma ile test ediyorlarmış. Arai bu testi 100km/s ile yapıyormuş. 100km/s ile uygulanan bir testteki şok darbesi, 28 ile uygulandığından 12.85 defa daha fazla enerjinin kask tarafından emilmesini gerektiriyormuş. Bu enerjinin tamamı kaskın kabuğuna gelmemesi için ortaya çıkmış, bu “glancing off” dedikleri dalga. Kaskın üzerindeki örtü kalkıyor, sedefli beyaza boyanmış kaskı sonunda görebiliyoruz. Çeşitli sorular var, teknik ekip büyük bir sabırla hepsine tek tek yanıt veriyor. Arai Avrupa’nın başkanı Ingmar Strovonen ile konuşma fırsatımız oldu. Strovonen “Yarışlardan çok şey öğrendik. MotoGP ve Dünya Superbike Şampiyonası’nın TV ve kaza görüntülerini saniye saniye analiz ediyor, kaskla ilgili bir aksaklık görürsek bunu raporlayarak üretime bildiriyoruz” diyor. Aynı zamanda bu kaskları geri isteyip analiz de ediyorlarmış. Nitekim hemen önümüzde başından bir kaza geçmiş ve oraya dizilmiş pek çok kask örneği vardı. Çoğu gazeteci ve tabii ben de sabırsızız, öğleden sonra test sürüşü var.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Pist İzlenimleri

 

Jurby, adanın kuzey batısında yer alan bir kasaba. Otobüsle gidiyoruz. Burada eski bir havalimanının iki pistinin birleştirilmesi ile oluşan Jurby Pisti var. Pistin uzunluğu 2,8 kilometre kadar, burada pek çok TT takımı antrenman yapıyormuş. Arai bizler için motosiklet kiralayan bir şirketten motor ayarlamış, yeni kaskla pistte deneme sürüşü yapacağız. Japon ekip olaya hakim, patronun kendisi dahil hepsi arı gibi çalıştı ve oraya kadar gelmiş olan 30 kadar gazeteciye kaskları yarım saat içinde teslim ettiler. Jurby’de o esnada karşıdan gelmekte olan güneş sebebiyle siyah vizör tercih ettim, onun da içine buğu katmanı takıldı. Yeni kask kafaya takılma esnasında muadili kasklara göre daha dar bir girişi varmış gibi hissettiriyorsa da, bir süre sonra buna alışılıyor. GP serisinin tepe kısmı da bundaki gibi parçalı olduğu için, ben Shoei XR1100’ün tek parça içini andırır Axcees II modelini tercih etmiştim, ancak bu parçalı tepe kısmının da kendince bir avantajı olduğunu kaskı deneyince anladım. Parçalı tepe donanımı kafa ile kask arasında çeşitli alanlar yaratarak bu bölgelerde havalandırmanın daha iyi olmasını sağlıyor. Yanak oturuşı mükemmel, özellikle kafanın çok çevrilmesi gereken dar virajlarda kafayı rahatça yukarı kaldırıp virajın çıkış noktasını görebiliyorsunuz.

 

 

 

 

Yeni RX-7V çok hafif bir kask değil, ancak başarısı kendisini hafifmiş kadar rahat hissettirmesinde yatıyor. Yeni havalandırma sisteminin özellikle çene kısmındaki ağız havalandırması, genişletilen ağzı sayesinde çok başarılı. Hava kanallarının tamamı açıldığında kaskın varlığı daha da hafifliyor. Bu hafifleme güzel, kısa Jurby pistinde ulaştığımız hızlardaki rüzgar sesinin az hissedilmesini de çok beğendim. Maksimum hızlara ulaşıldığında bile kask insanın burnuna dayanmıyor. Bu da çene kısmında önemli bir boşluk olduğunu gösteriyor. Birkaç turun sonunda Arai çadırına geri dönüp kaskın kafama tam oturması ile ilgili sorular soruyorum. Şimdiye kadar attığım turlarda çok rahat olduğum için iç kısımlarında herhangi bir değişiklik yapmaya gerek görmüyoruz. Şunu belirteyim ki, kaskın içi tamamen yanak pedleri ve farklı ölçülerdeki iç donanım ile sahibine özel ayarlanabiliyor. Aklıma basın sunuşunda geliştirmeden sorumlu mühendisin sözü geliyor; “RX serisi Arai’nin en üst seviye güvenlik sağlayan yarış kaskıdır. Arai almaya gelen birisi, genellikle bu kaskı tercih eder. Ancak şimdiye kadar RX’ler tur sürüşü için pahalı ve gürültülü kalıyordu. Gürültü işini çözdük, bütçe de varsa tur için dahi tercih edilebilir bir kask yaptık”. Gerçekten de daha önce kullandığım Shoei ve Arai modellerine göre pistte kullanımı daha konforlu. Nefes alış verişlerin hızlandığı, kafanın terlediği durumlara bütün hava kanallarını açarak çözüm buluyorum. Bir süre sonra baktım ki kafadaki kaskı unutup sadece gazlamaya odaklanmışım.

 

 

 

 

Anladığım kadarı ile Arai’ciler işlerini iyi yapmışlar. Bay Arai mola esnasında benim için vizörümü değiştiriyor, yaklaşık 5-6 saniye içinde vizör çıkarılıp yerine yenisi takılabiliyor. Füme vizörüme pistte gelen bir taş çizik oluşturduğu için hemen yenisi ile değişiyor. İki yan kapak birer küçük kol sayesinde serbest kalıyorlar. Sonrasında vizör yerinden çıkarılıp yenisi takılarak kapaklar yerine oturtuluyor. Hızlı turlar atmaya başlıyoruz. Rüzgar kapaklarını kapatınca kask gerçekten de sessizliğe bürünüyor. Havalandırma kapakları eldivenle bile son derece rahat kontrol ediliyor. Pist sürüşünü problemsizce tamamlıyoruz, lakin güneş batmak bilmiyor, bizim için açık tutulan ve daha henüz geçen hafta açılmış olan Jurby Motorlu Araçlar Müzesi’ne gidiyoruz. Burası ile ilgili bir dahaki sayıda daha ayrıntılı bilgi vereceğiz ama kısaca bahsetmek gerekirse, çılgın bir yatırımcı oğlu ile bir olup milyonlarca sterlin harcayarak bu unutulmuş kasabada sıfırdan bir taşıt müzesi inşa etmişler, içini de kıymetli bir sürü araçla doldurmuşlar. Bunu gezdik, sonra da konteynerlerimize döndük.

 

 

 

 

 

 

 

Gün 3

 

Motoron ekibi olarak bugün TT Yarışı’nın yapılacağı parkura çıkacağız. Oldukça heyecan verici bir durum. Man Adası’ndaki ana yolun üzerinde yapılan yarışın parkuru 37 mil yani yaklaşık 60 kilometre uzunluğa sahip. Araba ile 1 saat süren yolu yarışçılar ortalama 16 dakikada dönüyorlarmış. Genel ortalama hız 216km/saatmış. Gaz kollarını bilgisayar üzerinde ölçmüşler, yarış boyunca %87 oranında gaz kolu tam açık gidiyorlarmış. Parkur üzerinde irili ufaklı 200’den fazla viraj var. Düzde superbike kategorisindeki motorlar 320km/ saate kadar hız yapıyorlarmış, şoförümüz Dave laf sokuşturmadan edemiyor “takdir edersiniz ki o hızlardaki algı ile şu an bizim otobüsle yaptığımız 60km/saat hızın algısı tamamen farklı” diyor. Yarışın yapıldığı yolda yarıştan bir kaç dakika öncesine kadar motora binilebiliyor. Testin son gününü kaskı bu parkurda deneyerek yapacağız. “Grand Stand” dedikleri padok alanının önündeki tribünlerin önüne dizilmiş motorlara biniyoruz. Gruba yarış esnasında parkurda olabilen hakemler (Marshall) eşlik ediyor. Her ikisinde de sarı hakem yelekleri ve Arai’nin bu seneki yarışa özel ürettiği TT versiyonu kask var. Bu parkur üzerinde kaskı 30-130 mil/saat hızlarda deneme fırsatı bulduk. Bu parkurda efsanevi “mountain course” (dağ bölümü) da vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yol izlenimleri ve Sonuç

 

Grand Stand’den başlıyoruz tura. İlk viraj hemen aşağıda Quarterbridge’de. Tabii yarıştaki gibi 180 mil/s ve üzeri hızlar mümkün değil. Üstelik ışıklarda 30 motosiklet bekliyoruz. Trafik tersten akıyor. Güneş açıp, hava birkaç günün en yüksek derecesine geldiyse de, hala sert esiyor. Kaskın rüzgar girişlerini kapatıyorum. Çıplak bir motosiklet olmasına rağmen gerçekten de söyledikleri gibi oldukça sessiz. Hemen sonra efsane yarışçı Joey Dunlop’ın adına kurulan vakfın olduğu kilise virajına geliyoruz. Bu adam 26 kere TT’yi kazanarak efsaneleşmiş, içine kapanık, bir o kadar sevilen bir yarışçı. Yaşlandığında spor olsun diye Estonya’da bir sokak yarışında daha önce hep kazandığı 125cc ile yarışırken, ne olmuşsa motorun kontrolünü kaybetmiş, orada ağaçlara çarpıp ölmüş. Alçakgönüllülüğü hiç unutulmamış. Hemen o noktada sola virajda yol kenarındaki bordürler eğik yapılmış. Buraya kadar tapagaz gelip motorun ön tekerleğini bordürlere vurup dönüyormuş. Bunu en alçak sesiyle anlattığı Fransız kanalındaki sunucu “Mösyö, bizim memlekette sizin gibi insanlar için yapılmış özel hastaneler var” demiş, okuduk, gördük. Kilise bahçesi eğimli, ahşap tribünler var, buraya kiliseye yardım yaparak girip oturabiliyormuşsunuz. Ballacrane’e kadar yol hemen hemen düz.

 

 

 

 

İşte Bee Gees’in evi. Sonrasında Guy Martin’in çarptığı duvar, yuvarlandığı trafik ışığı. Doran’ın Virajı, Sarah’nın klübesi, 11. Mil Taşı, buralar hep virajlı. Öndeki hakem R6 ile gazlıyor, hemen arkasından yetişiyorum. Yer yer polis var, elince radar tabancası, hakem abi buraları biliyor olmalı, hemen gaz kesiyor. Kirk Michael’den Ballaugh Köprüsü’ne kadar yol full gazlamalı. Önde R6, ben arkada Street Triple, habire gaz açıyoruz. En son 132 milde gaz kesiyorum. Köprüye yaklaşıyoruz. Köprü bir efsane, buraya kadar 200 mil ile gelen yarışçı bu yolun sola doğru döndüğü bu küçük köprünün üzerinde konumlanarak körüde hopluyor ve diğer tarafa uçarak konuyor. Biz böyle şeyler yapmıyoruz elbette. Doğru konumlanamayan da direkt uçup karşıdaki evin duvarına çarpıyor (2014 yılında zavallı Bob Price’ın bir anlık dalgınlık ile uçup evin duvarında ölmesi gibi). Ramsey virajına kadar yol çeşitli yerleşimlerden geçiyor. Yol tek gidiş geliş, arabalar parketmiş. 3 saat sonra buradan 300’le geçecekler, evlerin kapıları dahi açılmayacak, dışarı çıkılmayacak. Ramsey virajını dönünce dağa sarmaya başlıyoruz, Waterworks denilen baraj göletinden sonra yarış dönemine özel olarak yol tek yönlü düzenlenmiş ve hız sınırı yok. Efsanevi Mountain Course’ta gazlamanın tadını kelimelerle anlatmak pek mümkün değil. Kasktan bahsettim mi? Bahsetmedim. Adeta ele iyi oturan ve yokmuş gibi hissedilen süper bir eldiven misali, Arai’nin yeni kaskı adeta kendisini unutturuyor.

 

 

 

 

Bu, bence bir kaskın sürücü için gelebileceği son nokta. Yukarı doğru gazlamada kafayı viraj çıkışlarına doğru iyice yukarı çevirdiğim halde, görüntü son derece geniş ve yeterli, bu tasarım bütün olaya hakimiyet sağlıyor. Yolun tek yönlülüğü Creg-ny-Baa isimli Bar’da son buluyor. Birkaç saat sonra Arai’cilerle antrenmanların ilk turlarını buradan izleyeceğiz. Gazlayıp start finişe doğru yöneliyoruz. Ne kadar şanslıyız ki bu turu 2 defa daha yapma fırsatımız oldu. Günün sonunda antrenmanları izlerken, Arai’ciler kaskla ilgili son soruları cevaplıyor, getirdikleri modellerde bize vizör değiştirmeyi gösteriyorlardı. Herkesin aklında bu muhteşem üç günün hayali, Arai’nin mesleğine olan tutkusu, ve seneye buraya gelip yarışmak vardı. Arai ve Mototaş sayesinde biz de bu heyecana ortak olma şansı bulduk. Öğrendiğimiz kadarı ile bu kaskı yıl sonuna kadar bizler gibi şanslı birkaç kişi kullanacak, sanırız EICMA Fuarı ile birlikte ticari olarak satılmaya başlanacak. Bütçeyi ayarlamaya başlayın.?

 

Neler Yeni?

 

Dış Kabuk: daha dayanıklı, daha yuvarlak hatlı ve hafif. Yeni baştan yapılan reçine karışımı ile dış kabuk 30 gram kadar hafifletilmiş ve daha dayanıklı hale gelmiş. Kabuğun formu sayesinde “Glancing off” adını verdikleri kabuğun yuvaklaştırılarak sürtünme yüzeyinin mükemmel bir şekilde asfaltta kayması olayında çok aşama kaydetmişler.

 

 

 

 

Vizör Mekanizması: VAS(Değişken Aks Sistemi) olarak bilinen sistem sayesinde vizörün takılma noktaları RX-7GP’ye göre 24 mm aşağı alınmış. Bu sistem sayesinde vizör mekanizması daha kompakt hale gelmiş.

 

 

 

 

Vizör Kilit Mekanizması: Formula 1 kasklarında kullandığı mekanizmayı Arai bu kaska da uyarlamış. Kilit mekanizması tamamen yeni ve kullanımı çok basit.

 

 

 

 

Daha fazla çene boşluğu: Yeni tasarlanan dış kabukta sürücü için biraz daha ağız boşluğu bırakılması ihmal edilmemiş. 3mm’lik daha geniş çene boşluğu sayesinde artık kaskın önünü öpmek zorunda değilsiniz.

 

 

 

 

İç kısımlar: İç donanım tamamen yeni. Bu yeni donanımda bağlantı noktalarındaki detaylar daha ince tasarlanarak iç konfor arttırılmış. İç donanım diğer pek çok Arai’de olduğu gibi kişiye göre farklı ölçülerde parçalarla özelleştirilebiliyor.

 

 

 

 

Üst hava kanalları: RX-7GP’ye göre 20mm daha uzun olan üst hava kanalları hava akışını daha iyi hale getiriyor.

 

 

 

 

Havalandırma: Üst kısımdaki kanallardan 100km/saatte %11 daha fazla hava akışı sağlanmış. Hava alış kanalları %19 daha geniş.

 

 

 

 

Arai RX-7’nin hayat hikayesi

 

Arai’nin RX-7 modeli, firmanın kask üretiminde geldiği en üst seviyeyi temsil eden bir seridir. Serinin hikayesi 1960’larda başlamıştır. Modelin genel özellikleri arasında üst seviye koruma sağlaması, yarışlarda bu sebeple tercih edilmesi, güvenli olmasına rağmen bol rüzgar sesli oluşu sayılabilir.

 

 

 

 

1967 “Full Face” olarak tanımlanan kapalı kaskların atası sayılabilecek ilk RX-7’nin üretim tarihidir. Bu kask, kendi alanında bu şekile sahip ilk kasktır.

 

1968 RX-7’yi ilk defa olarak piyasaya sürerler. Bu kask Arai’nin tam kapalı ilk kaskı olarak tarihe geçer. O dönemde açık bir kask 3.200 Japon Yeni’ne, açık bir yarış kaskı 6.900 Yen’e satılırken, RX-7’nin satış fiyatı 25.000 Yen’dir.

 

1978 RX-7 cLc piyasaya sunuldu. “cLc sandviç konstrüksiyonu’’ dış kabuğun dayanıklılığını arttırırken kaskın ağırlığını da dramatik şekilde düşüren bir teknoloji olmuştur. Bu kask aynı zamanda süper fiber malzemenin kullanıldığı ilk modeldir. Bu malzemenin kullanılması sonucunda, o dönemde pazar genelinde 1.700 gramlarda devam eden ağırlık yarışı, Arai’nin 1.400 grama kadar düşerek öne geçmesini sağlamıştır.

 

 

 

 

1981 Omni adı verilen RX-7 modelinin tanıtımı yapıldı. Vizör mekanizmasının takıldığı noktalardaki detaylar Arai için büyük bir yenilikti. Bu system sayesinde vizör artık çok kolay biçimde aşağı yukarı hareket edebiliyor ve açıklık miktarı ayarlanabiliyordu.

 

 

 

 

1982 Yine yeni bir RX-7 ve daha gelişmiş bir vizör mekanizması bu sene geldi.

 

1988 ‘’AdSis’’ sisteminin dünya lansmanı yapıldı. Bu system vizörün saniyeler içinde değiştirilebilmesine olanak tanıyordu.

 

 

 

 

1991 RX-7RR’ın tanıtımı yapıldı. Kaskın yenilikçi bir havalandırma sistemi vardı. İlk RR’ın daha sonar çok başarılara imza atacak RX-7 Corsair gibi takipçileri sonradan piyasaya çıkacaktır.

 

 

 

 

2008 RX-7 GP’nin lansmanı Barselona’da yapıldı. Ayarlanabilir “AirWing” konsepti ile üretilen ilk kask olmasıyla tanınmaktadır.

 

2015 Bu sayıda ele aldığımız tamamen yeni RX-7V Isle of Man adasında tanıtıldı. Kaskın başlıca özellikleri arasında yeralan “VAS” (‘’Variable Axis System’’) sayesinde vizör mekanizması oldukça aşağı yerleştirilebildiğinden, dış kabuktaki pürüzsüz yüzey alanı arttırılmıştır.

 

 

Cevap bırakın